22 Nisan 2008 Salı

Günlük yaşam için bazı pratik öneriler

Günlük yaşam için bazı pratik öneriler

Çoğu hastalar, günlük yaşamda kendilerinden beklenenleri artık yerine getirememe korkusu ile yaşamaktadırlar. Çoğu zaman sabah saatlerinde kendilerini bitkin hissederler ve bu zamanlarda canları hiçbir şey yapmak istemez.

Genelde öğleden sonraki saatlerde moralleri biraz daha yüksek olur. Siz de şikayetlerinizin özellikle sabah saatlerinde çok daha fazla ve öğleden sonraki saatlerde bir nebze azalmakta olduğunu tespit ettiyseniz, ertelenmesi mümkün olmayan işlerinizi (alışveriş, banka işlemleri vs.) öğleden sonraki saatlerde halletmeye çalışın.

Hasta olduğunuzu kabul edin ve kendinizi hasta hissetmenize izin vermekten de çekinmeyin. Kendinizi zorlayıp "toparlanmaya" çalışmanızın bir anlamı yoktur. Size iyi geliyorsa, gidin rahatça uzanın, bunu yaptığınız için de vicdan azabı çekmeyin; çünkü siz hastasınız ve bundan dolayı kendinizi biraz geri çekmek istemeniz de, sizin en doğal hakkınızdır. Yaptıklarınıza her zaman haklı bir gerekçe bulmak zorunda değilsiniz; o an istemediğiniz veya size zevk vermeyen bir işi de zorla yapmaya kalkışmayın. Hastalığınız sürecinde örneğin eşinizden ayrılmak veya iş yerinizi değiştirmek gibi hayatınız için önemli olan kararlar vermeyin. Bu durumda verdiğiniz kararlarda depresyonunuzun mutlaka bir "etkisi" vardır. Düşüncelerinizin daralmış
olması itibarı ile kararlarınızda olumsuz bir etki söz konusudur ve bu ruh halinde verilen kararlardan dolayı sonradan çoğu zaman pişmanlık duyulmaktadır.

Günlük aktivite yoğunluğunu iyileşme sürecinde günden güne artırın; ancak bunu yaparken başarılarınıza karşılık olarak kendinizi ödüllendirmeyi de ihmal etmeyin, örneğin bir demet çiçek veya güzel bir yemek veya benzer bir şeyle kendinize küçük bir mutluluk kaynağı yaratın.

Depresyon, çok ciddiye alınması gereken ağır bir hastalık olmakla birlikte, modern terapi yöntemleri sayesinde iyi bir şekilde tedavi edilebilmektedir. Bu olgu, sizin için tedavi sürecinin mümkün olan en iyi seviyede uygulanmasının sağlanması açısından sabır ve güvene sahip olmanız için yeterli bir nedendir. Ancak bu şekilde hayatınıza yeniden başlama şansına sahip olursunuz!

Başarılı bir tedavi süreci için önemli

Başarılı bir tedavi süreci için önemli davranış kuralları

a) Sabırlı olun!

İlaçların depresyonun tedavisinde çok etkili olduğunu, ancak bu etkinin ancak iki ila üç hafta sonra kendini göstermeye başladığını ve zaman geçtikçe bütün özelliklerini
ortaya koyduğunu hiçbir zaman unutmayınız. Ancak birçok hasta, durumunun biraz düzelmesi ile birlikte uygulamaya başlanan tedavi yöntemlerine zamanından önce ara verme eğilimi göstermektedir. Ancak başarılı bir tedavinin çok sabır ve metanet gerektirdiğini hiçbir zaman gözardı etmeyiniz!

b) İlacınızı düzenli olarak almayı ihmal etmeyin!

Antidepresan ilaçlarla tedavi edilen hastaların takriben % 70'i, ilk kez verilen ilaca oldukça iyi cevap vermektedir. İyileşmenin en başta gelen koşulu, hastanın uygulamaya başlanan tedavi yöntemlerine istikrarlı bir şekilde sonuna kadar riayet etmesidir. Önerilen ilacı aylar boyunca düzenli olarak ve şart koşulan dozajlarda almak zorundasınız; bunu yaparsanız, iyileşme sürecini başlatmış olursunuz. Tedavinin ne kadar süreceğine doktorunuz sizinle birlikte karar verecektir. Tedaviye kesinlikle zamanından önce ve kendiliğinizden ara vermeyin ve diğerlerin fikirlerinden olumsuz etki altında kalmanıza izin vermeyin ve daima şu olguyu göz önünde bulundurun:
"Tedaviye devam ettiğim için kendimi iyi hissediyorum!"

c) Ne kadar erken davranırsanız, sizin için o kadar iyi olur!

Depresyon, yeniden nüksetme eğilimi gösteren bir hastalıktır. Yani kendinizde bir depresyona işaret eden ilk belirtileri gözlemlediğinizde çok fazla beklemeyin. Ne kadar erken davranırsanız, tedavi süreci o kadar hafif olur ve yeniden nükseden depresyon vakasının başarılı tedavisi de o kadar erken biter.

Depresyonda ilaçsız tedavi yöntemleri

Depresyonda İlaçsız tedavi yöntemleri

Bu tedavilerin başlangıcında psikoterapi refakati diye tanımlanan, yani hasta ile doktor arasında destekleyici, iyi niyetli ve açıklayıcı görüşmelerle doktorun hastaya karşı ilgi ve anlayış ortamının
oluşturulması gelmekte olup, bu konsültasyon, ilaç tedavisine takviye olarak da yapılabilmektedir.

Depresyonda İlaç tedavisi

Depresyonda İlaç tedavisi

Hem sizin, hem de sizi tedavi eden doktorun hangi şikayetlerden muzdarip olduğunuzu bilmesi, çok büyük bir önem taşımaktadır; zira ancak bu şekilde doktorunuz size hangi antidepresan ilacının uygun olduğuna karar verebilir.

Bundan dolayı üzerinizde gözlemlediğiniz belirtileri çok ayrıntılı olarak açıklamanız son derece önemlidir. Bunun için evde en önemli şikayetlerinizi ve en önemli sorularınızı not etmenizi ve bir sonraki doktor ziyaretinizde bu notlarınız temelinde tedavinizi müzakere etmenizi öneriyoruz.

Antidepresanlarla ilgili olarak bilmeniz gereken en temel kural, bu ilaçların hepsinin moralinizi yükseltici bir etkiye sahip olduğudur. Ancak bu etki hemen değil, bir veya iki ve hatta altı hafta sonra kendisini göstermektedir. Yani sabırsızlanmayın ve doktorunuzun önerdiği ilaca kesinlikle zamanından önce ve kendiliğinizden ara vermeyin!

Tabii ki antidepresanların da yan etkileri vardır. Ancak bu yan etkiler, maalesef çoğunlukla tedavinin hemen başlangıcında ortaya çıkmakta ve bu olgu da ilacın alınmasına devam edilmesi arzusunu teşvik etmemektedir. Klasik antidepresan diye tanımlanan ilaçlar, çoğu zaman kilo artışına, rahatsız edici ancak zararsız olsa da ağzın kurumasına yol açmakta ve ayrıca hastayı sıkça yorgun düşürmektedir. Selektif Serotoninin Geri Alım Engelleyicileri (SSRI) olarak tanımlanan preparatlar ise hastaları yorgun düşürmüyor. Bu ilaçların tedavinin başlangıcındaki tipik yan etkileri, sabahları rastlanan mide bulantısı, geçici bir iç huzursuzluk ve çok ender hallerde baş ağrılarıdır. Ancak bu yeni antidepresan ilaçlar kilo aldırmaz ve genel olarak iyi hazmedilir.

Depresyon tedavisi

Depresyon tedavisi

Depresif hastalıkların başarılı olarak tedavi edilebilmesi
için günümüzde kendini kanıtlamış çok sayıda tedavi yöntemleri
mevcut olup, çoğu zaman bu yöntemler kombineli
olarak da uygulanmaktadır..

ilaçlı tedavi yöntemi ve ilaçsız tedavi yöntemi..

Depresyon nasıl oluşur?

Depresyon nasıl oluşur?

Depresyonun tek ve belli başlı bir nedeni yoktur. Modern tıp, birçok koşulun biraraya gelmesinin depresyona yol açabileceği görüşünde mutabıktır.

İnsanın hayatını değiştirebilecek olayların yanısıra şahsiyet veya kalıtım faktörleri de bu koşullar kapsamına girmektedir.

Ayrıca Serotonin, Noradrenalin ve Dopamin gibi belli nörotransmitterlerin de depresyonun oluşmasına ciddi oranda etki ettiği bilinmektedir.

Depresyon Nedenleri

  • Uyku rahatsızlıkları (aralıksız uyuyamama, uyku tutmaması, Sabahın erken saatlerinde uyanıp tasalanmaya Eğilim gösterme halleri, aşırı uyku ihtiyacı)
  • Boğazında ve göğsünde darlık hissetme
  • İştah bozuklukları
  • Kilo kaybı
  • Kabızlık
  • Baş ağrıları
  • Boyun veya bel omurgasında ağrılar
  • Mide barsak rahatsızlıkları
  • Kalp rahatsızlıkları


Önce ev doktorunuz sizi muayene edecek olup, bu rahatsızlıklara organik
bir neden bulması halinde tabii ki önce bunları tedavi edecektir.
Ancak yoğun muayenede bile organik bir bulgunun tespit edilememesine
rağmen yukarıda sıralanan belirtilerden şikayetçi olmaya devam etmeniz, sizin "hastalık hastası" olduğunuz anlamına gelmez. Hastalarımla yaptığım sayısız
görüşmelerden çıkardığım sonuca göre hastaların çoğu, bu bedensel şikayetlerin arkasında bir depresyonun yatabileceğini kabullenme konusunda zorlanmakta olup,
depresyon tedavisi ile birlikte bu şikayetlerin de ortadan kalkacağına bir türlü inanamamaktadırlar. Yani başarılı bir tedavinin en başta gelen şartlarından biri, bu şikayetlerin bir depresyona işaret edebileceğini kabullenmektir.

Bu bedensel şikayetlerin yanısıra hastalık sürecinde ruhi semptomlar da ortaya çıkmaktadır. Bu belirtiler kapsamında hasta, gitgide hayattan zevk alamamakta, içinde bir umutsuzluk hissi gelişmekte ve bir daha iyileşmeyeceğinden endişe etme halleri artmaktadır. Artık hiçbir şeyden haz alınamıyor, hatta bazı hastalar iç dünyalarının
tamamen tükendiği veya çöktüğü hissine kapılıyorlar. Özellikle de hayattan zevk alamama, hobilere olan ilgilin azalması veya yok olması, günlük işlerin üstesinden gelebilme yeteneğinin ortadan kalkması ve aynı zamanda bu kaybın yol açtığı başarısızlık hissi, bu hastalıktan muzdarip insanların güncel hayattaki rollerini yerine getirmede ne kadar zorlandıklarını da göstermektedir. Bu hastalar, hayatlarını alışık tarzda sürdürebilme yeteneklerini kayıp etmekten utanıyorlar.

Ağır ve hatta tedavisi mümkün olmayan bir hastalığa yakalanmış olma korkusu, sonuçta umutsuzluğa yol açmakta. Bundan dolayı bazı hastalar, huzursuz ve tezcanlı görünmekte ve çoğu zaman son iradelerini kullanmak suretiyle kendilerine yöneltilen beklentileri alelacele yerine getirme çabası içine girmektedirler. Bazı hastalar da bunun tam tersine, donuk bir yüz ifadesi ile tamamen ilgisiz bir şekilde odada oturmakta, kendi iç dünyalarına çekilmekte ve diğer insanlarla hiçbir şekilde iletişime girmemeye çaba sarf etmektedirler.

Depresyonun sinsi gelişi

Tipik semptomlar

Depresyon, çok sayıda bedensel ve ruhsal belirtileri de
beraberinde getirmekte olup, bunlar o kadar çok yönlü
olabiliyor ki, günümüzde hala daha depresyon vakalarının
takriben % 50'si tespit edilmemekte ve bundan dolayı da
uygun bir yöntemle tedaviye tabi tutulmamakta.
Depresyon "akşamdan sabaha" gelmemekte, bilakis sinsi
bir şekilde ortaya çıkmakta, haftalar ve aylar boyunca
gelişmekte ve tedaviye tabi tutulmadan aylar ve hatta yıllar
boyunca da kalabilmektedir.

Depresyonun tipik olarak bazı bedensel şikayetleri de
beraberinde getirmekte olduğundan dolayıdır ki, hem
hastanın kendisi, hem de doktor için bu hastalığı henüz
başlangıç aşamasında teşhis edebilmek oldukça güç olabilmektedir.

8 Nisan 2008 Salı

Dis Hekimi Korkusu (Dentofobia)

Diş Hekimi Korkusu (Dentofobia)

Dişçi korkusu, psikolojik olarak dişçiye gitmekten korkma veya hoşlanmama ile dişçiye gitmeyi iğrenç bulma gibi mantıkdışı korkuları içerir. Bu korkular, dişçi koltuğunda geriye doğru yatırılma, ellerin veya diğer diş aletlerinin ağzın içine sokulması, (özellikle de dişçilikte sıkça kullanılan delici aletin), iğne korkusu ve kullanılan aletlerin steril olmayacağı düşüncesiyle, HIV ve hepatit gibi bulaşıcı çeşitli hastalık ve mikropların kapılabileceği korkularından oluşabilir. Aslında bu korkular bir bakıma kabul edilebilir korkulardır ve kişinin bu tür korkular içinde olmasında kendine göre haklı nedenleri de bulunabilir. Ancak her şeye rağmen, yaşantımızda her zaman için dişçiye gitme olasılığımızın bulunduğu ve hoşlanmadığımız bu gibi durumlarla karşılaşmak zorunda kalabileceğimiz gerçeği göz ardı edilmemeli ve hoşumuza gitmese de günün birinde bu duruma katlanmak zorunda kalabileceğimiz unutulmamalıdır.

Hepimizin bildiği ve bize önerildiği gibi sağlıklı bir gülüş için en az altı ayda bir olmak üzere bir diş hekimine giderek ağzımızı ve dişlerimizi kontrol ettirmemiz gerekmektedir. Ağız ve diş sağlığımız için olduğu kadar diğer organlarımızın sağlığı için de gerekli olan bu durum, bazılarımız için büyük bir korku ve endişeye yol açmaktadır. Bu korku ve endişe; değil diş hekimine gitmek bu düşüncenin akla getirilmesiyle dahi yaşanabilmekte ve kişide panik hali yaratabilmektedir. Diş hekimine gidildiğinde yapılacak işlemlerin zihinsel olarak deneyimlenmesi dahi bu kişiler için son derece korkutucu olabilmektedir. Bu kişiler ve dişçi korkusu olan diğer kişilerin büyük çoğunluğu daha önce dişçi koltuğunda çeşitli kazalar geçiren ya da olumsuz deneyimler yaşayan kişilerdir. Bu nedenle aynı durumun yeniden yaşanabileceği endişesi, korkunun devamına neden olmakta ve kişilerin bu olayları hatırlamasıyla da korku hali ortaya çıkmaktadır.

Yaşanan bu aksilikler ve olumsuzlukların yanında tedavi sırasında ve sonrasında ortaya çıkan ağrı ya da diğer çeşitli problemler dişçi korkusunun kaynağını oluşturabileceği gibi hiçbir deneyim yaşanmadan yalnızca başkaları tarafından anlatılan dişçi hikayeleri ve bu tür duyumlar ile de dişçi korkusu geliştiren kişiler bulunmaktadır. Bu durum kişilerin dişçiye gitmelerini engellediğinden ortaya çok daha ciddi diş sorunları çıkmakta ve giderek büyüyen sorunlar nedeniyle de dişçiye gitmek zorunda kalan kişiler daha uzun süre ve daha çok sayıda tedavi işlemlerine maruz kalmaktadır. Bu işlemlerin diş problemine bağlı olarak uzaması ve kişiye sıkıntı vermesi de dişçi korkusunu pekiştirmektedir.

Hasta bu korkusundan dişçisine önceden söz edebilir ve korkularının kaynağı ile nedenleri konusunda doktoruyla konuşabilirse çok çeşitli nedenlerle ortaya çıkabilen ve çok çeşitli korkuları da içeren (iğne korkusu, kan görme korkusu, ağrı duyma korkusu, hastalık ya da mikrop kapma korkusu vb.) dişçi korkusunun üstesinden gelebilmek çoğunlukla mümkün olabilmektedir. Aksi halde yaşanan. korkular konusunda hastası ya da hasta yakınları tarafından önceden bilgilendirilmeyen doktorun bu durumu kendiliğinden anlaması beklenemeyeceğinden fobik hastaya bu anlamda yaklaşımında korkusu olmaya diğer hastalara göre hiçbir farklılık olmayacak ve hasta korkusuyla baş etmede zorluklar yaşayabilecektir. Üstelik bu korku hem paylaşılmadığı hem de bu konuda doktordan yardım alınmadığı için giderek şiddetlenebilecektir. Diş tedavisinden önce bu korkunun mutlaka yenilmesi ve paylaşılması gerekmektedir.

Bazı durumlarda hastanın dişçi korkusu tedavi sırasında ortaya çıkabilir ve dolayısıyla bu korku ancak tedavi başladığında fark edilebilir. Bu geciken fark etmenin hastanın tedavisi konusunda çeşitli alternatiflerin araştırılmasında ve geliştirilmesinde de gecikmelere yol açabileceği unutulmamalıdır.

Hemen hemen tüm diş hekimleri dişçi korkusu yaşayan hastalarla çalışmak durumunda kalmışlar ya da kalacaklardır. Aynı şekilde siz ya da bir yakınınız bu korkuyu halen taşıyor olabilir ya da günün birinde bu korkuyla siz ya da bir yakınınız karşılaşabilirsiniz. Böyle durumlarda atılması gereken ilk adım diş hekiminden randevu alınırken bu korkudan söz edilmesidir. Bu adım alınacak randevu saatinin en uygun bir zaman için ayarlanmasını sağlayacak dolayısıyla randevu hem doktor hem de hasta için daha uygun bir hale getirilebilecektir. ikinci olarak yapılması gereken, hastanın korkuları konusunda hekimiyle açık bir şekilde konuşmasıdır. Hasta, diş hekiminden neden korkuyor ve bu konuda neler yapılabilir? Korku ve kaynakları konusunda doktorla hastanın konuşması ve bu anlamda alınacak önlemlerin yanı sıra yapılabilecek değişiklikler konusunda ortak kararlar alınması korkunun yenilmesinde önemli yararlar sağlayacaktır. Ayrıca unutulmaması gereken. bir başka konu da dişçi korkusu olan hastaların daha önceden tanıdıkları ve iyi bir iletişim kurdukları doktorları tercih etmeleridir. Tanıdık bir doktorla çalışmak yabancı bir doktorla çalışmaya göre daha rahatlatıcı ve gerilimi azaltıcıdır.

Diğer yandan, özel olarak dişçi korkusu olan hastalarla çalışan diş hekimlerinin bulunduğu da bilinmelidir. Bu alanda çalışan ve deneyimi olan diş hekimlerinin seçilmesi hasta açısından kolaylıklar sağlayabileceği gibi diş hekimi açısından da kolaylık sağlayacaktır. Bunun için önceden bir araştırma yapılabilir. Dişçi korkusu çok sık yaşanılan ve pek çok kişinin başına gelen bir durum olduğundan bu alanda çalışan kişilere ulaşmak çok da zor olmayacaktır. Diğer yandan bazı diş doktorlarının dişçi korkusu olan hastalarla çalışmak istemedikleri de bilinen bir gerçektir. Bu nedenle randevu alınırken dişçi korkusundan mutlaka söz edilmelidir.
Dişçi korkusunda göreceli olarak diğerlerine göre sonuçlandırılması daha kolay olan bazı korkular vardır. Bu korkular belirlendikten sonra bazı önlemler alınabilir ve korku ortadan kaldırılabilir. Örneğin; diş hekimliğinde kullanılan delici aletin çıkardığı sesten rahatsızlık duyanlar için tedavi sırasında walkman kullanılması önerilebilir. Bu yolla aletin çıkardığı ses müzik sesiyle bastırılacağı için korku nedeni ortadan kaldırılmış olur.

Pis kokular ve yabancı kokular nedeniyle oluşan korkuları gidermede arama terapi uygulanabilir.

Diğer yandan Diş hekimi ya da asistanının hastaya yumuşak bir biçimde teması, sıcak ve içten tavrının yanı sıra sakinleştirici konuşmaları. da duyulan gerginliği gidermede yardımcı olabileceği gibi duyulacak ağrıyı hafifletmede de yardımcı olabilir. Bazı durumlarda ise meditasyon denenebilir.

Yine çok heyecanlı kişiler için çeşitli relaksasyon yöntemleri kullanılabilir ve hastaya gevşeme eksersizleri öğretilebilir.

Diş hekimi tarafından hastaya tedavi sırasında yapılacak olan işlemler.adım adım anlatılabilir ve ağrı duyulduğunda hastanın elini kaldırılarak haber verilmesi istenebilir. Böylece hastaya işlemin ağrı duyulduğu anda kesilebileceği garantisi verilerek korku azaltılabilir.

Bazı insanların ise daha ciddi korkuları olabilir. Bu durumlarda oral veya damardan sakinleştiriciler verilmesi gerekebileceği gibi bazen genel anestezi dahi gerekli olabilir. Ayrıca psikoterapinin yanında hipnoz kullanılarak bu korkuların yenilmesinde yardımcı olunabilir. Bunun için diş hekimi ile diğer bazı alanlardaki doktorların ve psikoloğun işbirliği yapmaları gerekmektedir.

Burada önemli olan, öncelikle hangi tekniğin hasta için uygun olduğuna karar verilmesi ve o tekniğin uygulamaya konulmasıdır. Hasta dişçi koltuğuna oturduktan sonra bu konuda yaşanacak kararsızlıklar hastanın ya da hekimin tedaviden vazgeçmesine yol açabilir ve hastaya gitmesi için izin verildiğinde de dişten kaynaklanan sorunlar daha da artabileceği gibi hasta daha sıklıkla diş hekimine gitmek zorunda kalabilir. Bu durumda hasta çok daha çeşitli işlemlerden geçmek durumunda kalabilir. Bu nedenle dişçi korkusu ya da dişçiye gitme korkusu mutlaka yenilmelidir.

Erken Bosalma ve Panik Atak

ERKEN BOŞALMA VE PANİK ATAK

Nefes darlığı, çarpıntı, göğüs ağrısı ya da göğüste sıkışma hissi, soluğun kesilmesi ya da boğuluyormuş gibi olma duyumları ve çıldırma ya da kontrolü kaybetme korkusuyla kendini gösteren panik bozukluk hastalarında erken boşalmanın daha fazla görüldüğünü iddia eden Cinsel Tıp Enstitüsü; “Panik Atak ve Erken Boşalma Anketi” adıyla 5000 kişi üzerinde bir anket çalışması yaptı. İşte anketten çarpıcı başlıklar:

Panik Atak/Panik Bozukluk nedir?

Panik bozukluğun kendiliğinden ortaya çıktığını ve beklenmedik panik atak nöbetleri ile kendini gösterdiğini söyleyen Cinsel Enstitüsü Başkanı Dr. Cem Keçe; “Panik atağı; çoğu zaman kişinin sonunun geldiği hissinin de eşlik ettiği, genellikle birkaç dakikalık yoğun endişe veya korku dönemleri olarak tanımlıyoruz. Bu ataklar sırasında genellikle nefes darlığı, çarpıntı, göğüs ağrısı ya da göğüste sıkışma hissi, soluğun kesilmesi ya da boğuluyormuş gibi olma duyumları ve çıldıracağı ya da kontrolünü kaybedeceği korkusu gibi belirtiler bulunur” dedi.

Evli erkeler daha az panik atak yaşar

Evli erkeklerin boşanmış ya da bekâr erkeklere göre daha az panik atak rahatsızlığı yaşadığı söyleyen Cinsel Enstitüsü Başkanı Dr. Cem Keçe; “Araba kullanma, çarşı, pazar, büyük mağazada bulunma, yalnız kalma, kalabalığa girme, evden ayrılıp uzağa hareket etme, lokanta, asansör, doktor, diş hekimi, berber, kapatılmak ve kilitlenme panik atak yaşayan erkeklerin en sık bildirdikleri korkulardır” dedi.

Eğitim düzeyi yüksek erkeklerde daha fazla görülüyor

Eğitim ve ekonomik düzeyi yüksek erkeklerde daha fazla panik atak görüldüğünü söyleyen Cinsel Enstitüsü Başkanı Dr. Cem Keçe; “Panik bozukluk yavaş, sinsi veya hızlı bir şekilde başlayabilir ve atakların oluş sıklığı ve sayısı kişiden kişiye değişebilir” dedi.

Panik Atak yaşayan erkekler erken boşalıyor

Panik bozukluğu olan erkeklere başta erken boşalma ve depresyon olmak üzere çeşitli hastalıkların eşlik edebileceğinin altını çizen Cinsel Enstitüsü Başkanı Dr. Cem Keçe; “Panik atak yaşayan erkeklerin genellikle çekingen ve bağımlı bir yapıları vardır. Kendilerine güvenleri azdır. Aşırı kırılgan, utangaç, eleştiriye çok duyarlı ve çabuk yıkılan kişilerdir. Erken boşalan erkeklerin ortak özellikleri ile panik atak yaşayan erkeklerin ortak özellikleri arasında bir paralellik vardır. Yaptığımız araştırmaya göre panik atak yaşayan erkeklerin %80’ninde erken boşalma da görülmektedir“ dedi.

Başaramama korkusu ve stres panik atağı başlatabilir

Panik atağın stresli olaylarla alevlenebileceğinin unutulmaması gerektiğini söyleyen Cinsel Enstitüsü Başkanı Dr. Cem Keçe; “Yaptığımız çalışmaya göre panik atak yaşayan erkeklerin %55’de, hastalığın heyecanlanma sonrası başladığını tespit ettik. Erken boşalma ve beraberinde meydana gelen başaramama korkusu, heyecanı ve stresi arttırarak kişide panik atağı başlatabilir“ dedi.

Eşcinsel olma korkusu panik atak yapabilir

Cinsel kimliği tam gelişmemiş olan erkeklerde panik atak yaşanabileceğinin altını çizen Cinsel Enstitüsü Başkanı Dr. Cem Keçe; “Cinsel kimlikleriyle ilgili olarak bir karmaşa içinde olan erkekler eşcinsel olup olmadıklarını merak ederler. Özellikle genç erkekler eşcinsel olabilme korkusu yüzünden bir panik yaşarlar. Bunlara eşcinsellik korkusuna bağlı panik atak denir. Bu kişilerin terapileri daha uzun bir zaman alabilir ama genelde başarılı olunur” dedi.

Panik Atak tedavi edilebilir

Panik bozukluğun tedavi edilebilen bir rahatsızlık olduğunun altını çizen Cinsel Enstitüsü Başkanı Dr. Cem Keçe; “Panik bozukluk bir hastalıktır ve tedavisi vardır, bunu unutmamak gerekir. En az 1 yıl süre ile ilaç tedavisi yanında, kişinin beklentilerini ve düşünüş biçimini değiştirme, gevşeme ve nefes eğitimi, kaygıya yol açan etkenlerle yüzleştirme gibi yaklaşımların olduğu bilişsel davranışçı tedavi teknikleri uygulanmaktadır. Ayrıca panik ataklar sırasında ölmenin veya delirmenin olası olmadığı anlatılarak kişinin rahatlaması sağlanmalıdır. Hasta ve terapist arasında çok iyi bir iletişim olmalıdır. Hasta terapistine her an ulaşabilmelidir. Bazı vakalarda tedavide direnç oluşmaktadır. Bu vakalarda genellikle ölümle ilgili konulara verdikleri anlam çok belirleyicidir. Ölümü her şeyin sonu, bir bitiş ve tükeniş olarak gören insan panik atağa çok yatkın hale gelebilir. Bu durumda psikodinamik ve varoluşsal terapi teknikleri de tedavi ilave edilmelidir“ dedi.

Cinsel Tıp Enstitüsü