19 Şubat 2008 Salı

Kanser bile bu kadar korkutmadi

ZERRİN KIRIMTAYIF (42 yaşında, ev hanımı)
20'li yaşlarda hafif de olsa yaşıyordum. Ancak 5 yıl önce çok şiddetli olarak yaşadım. Hemen ambulansla acile kaldırıldım ve o zaman teşhis konuldu. Belli tedavilerden sonra iyileşmiştim. Ancak depremle birlikte benim de kolonlarım yıkıldı. O dönem sürekli acile gitmeye başladım. "Çocuklarım ne olacak, ölecek miyim?" düşünceleri ve korkuları hayatımı kapladı. Geceleri uyuyamıyordum. Hatta ben 7 yıl önce kanser oldum. Ancak inanın kanseri yenmek daha kolaymış. Kanser de bile ölüm korkusunu bu kadar çok yaşamadım.

BURHAN ALPER (36 yaşında, tercüman)
Öğrencilik yıllarımda yakalandım. Doktor doktor dolaştım. Ancak teşhis konmadı. Daha sonra tesadüfen bir profesör psikiyatriste gitmemi söyledi. Panik olduğum o zaman anlaşıldı. Panik bozukluğu ilk başladığında nefes alamadım. Ardından çarpıntılar başladı. Ölüm korkusu yaşamaya başladım, ellerimde ve ayaklarımda soğuma hissi oluştu. Bu nöbetler bittikten sonra ise ikincisi ne zaman olacak korkusu duymaya başladım. Bu korku yüzünden evden çıkamaz oldum. Şimdi psikoterapi ve ilaç tedavisi ile çok iyi durumdayım.

BİLAL AYDEMİR (42 yaşında, serbest meslekle uğraşıyor)
1998 yılında panik atak oldum ve doktora ilk gittiğim an anlaşıldı. Kalp çarpıntısı, ruhsal çöküntü ve aşırı gerginlik insan vücudunun doğal tepkileridir ancak bunlar bende aşırı derecede oluyordu. O zaman bu tepkilerimi kontrol etmesini bilemiyordum ancak şimdi kontrol etmesini öğrendim.

Panik, ataga gecti

Panik Atak Derneği Başkanı Dr. Muzaffer Uyar uyardı: Her 10 kişiden biri 'endişe ve korku' hastalığı olarak tanımlanan panik atak hastası
Son yıllarda adını sıkça duyduğumuz bir hastalık 'panik atak.' Her şey, 'Ya benim de başıma gelirse?' sorusuyla başlıyor, korku nöbetleriyle sürüyor... Hastalığın teşhisi konusunda uzmanlar hâlâ tartışırken, dünyada panik atağa yakalananların sayısı da her geçen gün artıyor. Türkiye'de de her 10 kişiden biri bu hastalığın kucağında... Ve birçok kişi 'Ya bana da olursa?' demeye başladı...

Panik Atak Derneği (PANDOST) Başkanı Dr. Muzaffer Uyar, panik atak hastalığının tarifinin çok güç olduğunu söylüyor. Ve hastalığı kısaca şöyle tanımlıyor: "Korku ya da endişenin fiziksel belirtilerle beraber yaşanması. Panik duygusunun da bu fiziksel belirtilere eşlik etmesi. Örneğin şiddetli kalp çarpıntısı veya uyuşma ya da felç oluyor hissine, eşlik eden şiddetli bir panik. Türkiye'de bu vakalar ciddi boyutlarda. Zira her 10 kişiden biri panik atak."

ŞOKLAR TETİKLİYOR
Panik atak vakalarının genellikle yaşanan 'şoklardan' sonra görüldüğünü söyleyen Dr. Uyar, "En çok ölüm ya da ayrılıklardan sonra başlıyor. Kötü olaylar tetikliyor" diye konuşuyor ve hemen ekliyor: "Güzel gelişmelerden sonra da yaşanıyor. Yeni müdür olan kişiler de panik atak oluyor. Çünkü sorumluluk ve bir yeni konum geliyor."

KISIR DÖNGÜ
Panik atağın arada bir gerileyip tekrar ortaya çıktığını söyleyen Dr. Uyar, tedavi süresini de şöyle anlatıyor: "Panik atak, tekrarlayan, arada bir gerileyen, kaybolan bir hastalık. Bu yüzden tam anlamıyla geçti denemiyor. Hasta tedavi olduktan sonra, 1-2 yıl daha takip ediliyor. Bu yüzden biz 'geçti' kelimesini kullanmak istemiyoruz. Biz panik ataklara 'yendim, yeniyorum' kelimelerini kullanmalarını tavsiye ediyoruz..."

Dr. Muzaffer Uyar'ın başkanlığında kurulan PANDOST şimdi internet sitesiyle de hastalara daha çabuk ulaşıyor ve 'Ben panik atak mıyım?' sorularına rehber oluyor. İşte adres: www.pandost.cjb.net

Tel: 0212 660 68 42

Bankacılar ve gazeteciler DİKKAT
Dr. Muzaffer Uyar, panik atağa en çok gazeteci ve bankacıların yakalandığını söylüyor. Uyar, 'Bu sektördekiler krizle birlikte 'ya işsiz kalırsam' endişesi yaşıyor" diyor. Dr. Uyar, panik atak belirtilerini de 4 bölüme ayırıyor:

Beden belirtileri: Avuç içlerinde terleme, şiddetli kalp atışları, ellerde titreme, ağız kuruluğu, boğazda yumruk hissi, sersemlik.

Düşünce belirtileri: Ölmek üzereyim, kontrolümü kaybediyorum, , Kaçınmalar: Evden uzaklaşamamak, yolculuğa çıkmamak.

Beklenti sıkıntısı: Gün içinde anlamsız sıkıntılar, gerginlik, sürekli endişe hali.

Öge DEMİRKAN

Sizofreni, toplumdan ayirmayin

Şizofreni, toplumdan ayırmayın


Türkiye genelinde sayılarının 600 bin olduğu tahmin edilen şizofren hastaları "Toplum artık bizi kucaklasın" diyor
Onlar için yeni tanışılan biriyle konuşabilmek büyük problem. Hele hele şehir içinde bir yere gitmeye çalışırken çileden çıkıyorlar. Toplum olarak üzerinde fazla konuşmak istemediğimiz şizofreniden bahsediyoruz.

Dünyada her yüz kişiden birinde görülen bu hastalığın, Türkiye'de 600 binin üzerinde insanda olduğunu İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alp Üçok.

NASIL ORTAYA ÇIKAR?
Belirtileri genellikle 15-25 yaş aralığında ortaya çıkan ve 40 yaşına kadar her insanda görülebilecek bu hastalığı oluşturan tek bir neden değil. Annenin hamilelik döneminde enfeksiyon kapması veya beyindeki sinirler arasında haberleşmeyi sağlayan dopaminin az ya da fazla bulunmasından da kaynaklanabiliyor.

Şizofreni geninin tam olarak bilinmediğini söyleyen Prof. Dr. Alp Üçok, hastalığın ortaya çıkmasında kalıtımın, biyokimyasal, ruhsal, toplumsal ve çevresel etmenlerin büyük rol oynadığını belirtiyor. Üçok, anne ya da babada şizofreni varsa çocuğun şizofreni olma olasılığının yüzde 10 olduğuna işaret ediyor.

Kelime anlamı zihin bölünmesi olan şizofreni hastalığı 1.5 yıl kadar süren kuluçka döneminde davranış farklılıklarından saptanabiliyor.

Prof. Dr. Alp Üçok yüzde yüz tipik bir belirtisi olmayan şizofrenin saptanmasında önemli ipuçlarını ise şöyle anlatıyor: "Dış görünümünde, konuşmasında, duygularını ifade etmesinde, davranışlarında ve düşüncelerinde değişiklikler belli olur. Giyim, kuşama özen azalabilir. Bazı şizofreni hastalarında yüz ifadesi donuklaşabilir. Mimikler ve jestlerde azalma, çevrede olup bitenlere karşı ilgisizlik görülebilir. Toplum içinde amaçsız ve anlamsız değerlendirilen davranışlarda bulunabilirler. Yerinden hiç hareket etmeme, devamlı bir noktaya bakarak hiç konuşmama bir şizofreni hastasının genel olarak sergilediği davranışlardır."

TEDAVİSİ VAR MI?
Şizofreni hastalığında ilacın rolünün belirtileri yatıştırmak ve kontrol altında tutmak olduğunu söyleyen Prof. Dr. Alp Üçok, "İlaçların düzenli kullanımda beklenen etkiyi sağlaması için 2-3 haftalık bir süre geçmesi gerekir. Şizofreni de ilâç, şizofreni hastasının çevresindeki insanlarla kurduğu iletişimi daha iyi konuma getirmekte, nükslere bağlı sık hastane yatışlarının önüne geçerek kişinin evinden, ailesinden, alıştığı ortamdan uzak kalmasını önlemektedir" diyor.

BİR ANNE ANLATIYOR: Hastanın atak dönemi çok zor!
Şizofreni'yi oğlu Serdar ile tanıyan Meliha Aksoy, hasta yakınları için en zor dönemin, hastalığın 'atak' evresi olduğunu söylüyor. Bu dönemde tam bir çaresizlik yaşadığını söyleyen Meliha Aksoy, "İlaç kullanmayı reddetme bu dönemde karşılaşılan en önemli problem" diyor ve ekliyor "Serdar yılda iki defa alevlenme dönemi yaşıyordu. Şizofreni Dostları Derneği'ne gidip gelmeye başladıktan sonra belirgin bir şekilde azalma var. Hastalığı tam 15 aydır atağa geçmiyor. Şizofren bir yakınınızı kesinlikle eve kapatmayın!"

PSİKOLOG GÖRÜŞÜ: Grup terapisi güven kazandırıyor
Bir şizofrenin insanlardan çekinmesi, kuşku duyması ve içine kapanması kadar doğal bir şey olamaz. Yakınları bu şizofreniyi kabullenmeli. Şizofreni hastaları için en büyük tehlike toplumdan soyutlanmak. Yaptığımız grup terapilerinde nasıl iletişime geçilmesi gerektiğinden kendilerini en doğru biçimde ifade etmeye kadar pek çok şeyi paylaşıyoruz. Kronik hastalıklarda ümit çok önemlidir. Şizofrenisi olan kişiyle ilişkide önemli olan, onu zaafları ve gereksinimleriyle birlikte olduğu gibi kabul etmek ve ciddiye almaktır.

ÖNEMLİ ADRESLER
* Şizofreni Dostları Derneğif

Lamartin Caddesi, 23/4, Talimhane - İstanbul

Telefon: 212-252 0681, www.sizofreni-pap.com

* Şizofreni Dayanışma Derneğif

370 Sokak, No:44A Bahçelievler, Hatay, İzmirf

Telefon: 232-261 80 83

* Şizofreni Hastaları ve Yakınları Dayanışma Derneği

Güven Sokak, No:7/18 Aşağı Ayrancı, Ankara

Telefon:312-466 54 66

Alper URUŞ

Panik atak oldurur mu?

Panik atak öldürür mü?

Fazla bilinmeyen bu hastalıkta en çok 'Acaba ölür müyüm?' diye soruluyor...
Hastalığın görülme oranı, az gelişmiş ülkelere gidildikçe Batıya oranla epey azalıyor biyolojik nedenler, genetik ve psikolojik sorunların hastalığa yol açtığı düşünülüyor. Halk arasında modern çağın hastalığı, beyaz yakalı hastalığı olarak bilinen panik atak, aslında nedenleri çok iyi bilinen bir hastalık değil. İnsanlar bu hastalığın nedenlerini çok iyi tanımıyor. Henüz 1990 yılında bir hastalık olarak tanımlanan panik atak, günümüzün yaşam şartlarında giderek yaygınlaşmaya başladı.

HER 10 KİŞİDEN BİRİNDE VAR
Her 10 kişiden birinin panik atak hastalığına yakalandığı tahmin edilirken, ABD'de panik atağa her 4 kişiden birinde rastlanıyor.

Çok gelişmiş bölgelerden az gelişmiş bölgere gidildikçe panik atağa rastlama oranı da düşüyor. Çok bilinmeyen bu hastalıkla ilgili olarak uzmanlara en fazla, "Ben ölecek miyim, delirecek miyim" gibi sorular yöneltiliyor.

ŞİZOFRENİYE DÖNÜŞÜR MÜ?
İşte uzmanlara yöneltilen sorulardan bazıları ve yanıtları...

* Panik atak beni öldürür mü?

Panik atak kesinlikle öldürmez. Rahatsızlıktan dolayı intihar etmek de söz konusu olamaz. Çünkü panik atak insanı hayata bağlayan bir hastalık.

* Aklımı kaybedebilir miyim, beni şizofreniye götürür mü?

KALP KRİZİYLE FARKI NE?
Kesinlikle akli dengeniz bozulmaz. Hastalık şizofreni veya başka tür hastalıklara çevirmez.

* Yıllardır hastayım. Tedavisi var mı?

Tedavisi yapılabilen bir hastalık. Başarı oranı ise % -arasında değişiyor. Uzun yıllar hastalığı çektiyseniz tedavi biraz daha zor olabiliyor.

* Panik atağımı kimseye söyleyemiyorum. Bu iyi mi kötü mü?

Panik atağın olabildiğinde ifade edilmesi gerekiyor. Böylece meşrulaştırılması çok daha kolay olacaktır. Gizlendiği süre tedavisi de gecikecektir.

* Kalp krizi ile panik atağı nasıl ayırt edebilirim?

Kalp krizini daha tipik ağrısı var. Panik atak gibi nöbetsel özellik göstermiyor. Dolayısıyla kalp krizi geçirildiğinde bu hemen ortaya çıkıyor.

Naşide Göktürk (Sanatçı): Kanser korkusu panik atak yaptı
Bundan 4 yıl önce kalın barsak probleminden hastanede yattım. Ancak panik atak olduğumu öğrendim. Belki de kanser riski ve korkusu neden olmuştur. Çünkü o dönem aşırı kilo kaybetmiştim. Bir erkek çocuğu gibi yetişmiştim ve korkularım yoktu. Ancak eskisine oranla hayatımda bazı değişiklikler oldu. Artık ne hızlı giden bir arabada ne de uçakta huzurlu seyahat edebiliyorum. Önceden de sessiz, sakin yerleri seviyordum. Zaten mesleğim yüzünden de böyle yerlerde oturmam gerekiyordu. Ancak çevreden fazla etkilenmemek için Yeniköy'deki evimi Tuzla'ya taşıdım.

Panik ataktan önce haftada iki kez dışarıya çıkıyordum. Bu hastalıkla birlikte dışarı çıkamamaya başladım. Ancak şimdi yendim ve haftada bir kez dışarıya çıkıyorum.

Neslihan Kozanoğlu (Ev kadını): Üçüncü krizde ortaya çıktı
3 sene önce başladı. Çok ağır bir kriz geldi, nefes alamadım ve kasıldım kaldım. Hemen hastaneye ambulansla kaldırıldım. Çok büyük bir check-up yapıldı. Ama bir şey bulamadılar. Bir ay sonra tekrar bir kriz geldi ve yine ambulansla hastaneye kaldırıldım. Yine araştırma yaptılar ama bulamadılar. Bu krizin üzerinden 15 gün geçtikten sonra üçüncü kriz geldi. Bu sefer beni psikiyatri bölümüne yolladılar. Burada Muzaffer Uyar ile tanıştım ve ilk cümlesinde benim panik atak olduğumu söyledi. Bir çok arkadaşım hasta olduğuma inanmadı. "Senden bunu beklemezdik, şımarıyorsun, bu sosyete hastalığı, sana rahat mı zor geldi" dedi. Bunlar beni üzdü.

Cemil İpekçi (Modacı): Annem öldükten sonra başladı
Annem kalp hastasıydı ve 8 yıl önce kalp rahatsızlığı yüzünden vefat etti. Bu olaydan olumsuz yönde etkilendim. İlk başta kalp krizi geçirme korkusu yaşadım. Bu korku daha sonra başka fobilere dönüştü, örneğin uçağa binme korkusu başladı. Ancak bu korkularımı mesleğime sarılarak yenmeye çalışıyorum. Son 2 yıldır çok iyi durumdayım. Benim gibi panik atak olanlara ise şunu tavsiye ediyorum: "Kesinlikle profesyonel yardım alsınlar, ilâç tedavisine karşı çıkmasınlar. Bu rahatsızlığı hissettikleri an doktora gitsinler. Çünkü panik atak ayıp bir şey değil. Nasıl bedensel rahatsızlıklar varsa ruhsal rahatsızlıkları da doğal karşılamak gerekiyor. Zaten günümüzün yaşam koşullarında ruhsal olarak rahatsızlanmak kadar doğal bir şey olamaz. Panik atak hastaları kendilerinden utanmasınlar ve korkmasınlar!.

Öge DEMİRKAN

18 Şubat 2008 Pazartesi

Uyku Apnesi (Nefessiz Uyku)

Uyku sırasında tekrarlayan nefes almama halinin görüldüğü bir bozukluktur.Üst solunum yolunda hava hareketinin engellenmesinden olur. Uyku sırasında boğaz duvarı kasları gevşer, uyku derinleştikçe duvarlar birbiri üzerine düşer, hava akımı engellenir.

Nefessiz uykusu olanlar geceleri çok yüksek sesle horlar. Gündüzleri genellikle uykuludurlar. Baş ağrısı ile uyanabilirler. Gündüz ilgileri dağılabilir.Fakat neden olduğunu hatırlamazlar. Solunum engeli, insanın daha derin uyku seviyesine varmasına engel olur. Bütün gece uyumuş olsa bile kendisini hiç uyumamış hisseder.

Nefessiz uyku vakalarının yarıdan fazlası 40 yaş ve üstündeki kimselerde teşhis edilmiştir.Gündüz aşırı uykulu ve halsiz olanların yüzde 20 ile 60'ında bu bozukluk vardır.

Tedavide kilo vermek çok önemlidir.

Uykusuzluk

Geceleri yeterince uyuyamamak, uykuya dalmakta zorluk çekmek, geceleri uyanmak olarak tanımlanır. Sebepleri çeşitlidir.Yeni bir çalışma programı gibi çevremizdeki bir değişiklik uykusuzluk yapabilir. Aşırı çay, kahve ve kola gibi kafeinli içecekleri içmek de uykusuzluk yapabilir. Her ne kadar bir iki kadeh alkol insanı rahatlatır, uyumasına yardımcı olur gibi görünse de normal dozda alkol bile uyku alışkanlığını bozabilir. Uykuya dalmak kolaylaşabilir, ancak gece ilerledikçe kandaki alkol derecesi düşer ve uyku bozulur.Barbitüratlar ve benzodiazepinler gibi psikoaktif ilaçlar, özellikle uzun zaman kullanıldıklarında uykunun seyrini bozar.

Psikolojik faktörler yönünden uykusuzluk, geçici bir problemin veya uzun zamandır yaşanan bir bozukluğun belirtisi olabilir.Bazen geçici bir endişe nedeniyle uykusuzluk yaşanır.Orta yaşlı ve yaşlı kimselerde depresyon özellikle sabah erken saatlerde uykusuzluk yapar.Kronik endişe ve korkular da uyku kaçırır. Kabus görenler birdenbire kendilerini REM uykusundan uyanmış bulabilirler.

Uykusuzluk çekiyorsanız yapacağınız ilk iş uyumanıza yardımcı olacak değişikliklerdir. Kitap okumak, televizyon seyretmek örnek olabilir. Hemen yatmadan önce zorlayıcı egzersiz yapmaktan veya sinirlenmekten kaçının. Gündüz uyumaktan kaçının. Gündüz egzersiz yapacak vaktiniz yoksa akşam yatmadan önce yürüyüş yapın. Eğer kendi bulduğunuz çareler uykusuzluğu geçirmiyorsa tıbbi muayeneden geçmek gerekir.

Uykuda Gezmek

Belirtileri :

  • Uykuda yürümek veya başka hareketler yapmak (dolap kapaklarını açmak, banyoya gitmek, araba kullanmak)
  • Hareket genellikle gecenin ilk üçte birinde olur.
  • Süresi tipik olorak 3-5 dakikayla yarım saat arasındadır.
Uykuda yürüyenin gözleri açıktır.Yüz ifadesi boş veya dalgındır. Ve uyandırılırsa şaşırır. Çeşitli yaşlarda olur. En çok 6-12 yaşları arasında görülür. Özel bir tedavisi yoktur.

Huzursuz Bacaklar - Huzursuz Bacak Sendromu

Belirtileri :

  • Uyanıkken özellikle uzanmış durumdayken, baldırların içinde ve ara sıra ayaklarda, kalçada veya kollarda duyulan hoş olmayan ürperme hissi
  • Dayanılmaz biçimde bacakları hareket ettirme
  • Stres anında belirtilerin kötüleşmesi
Huzursuz bacaklar sendromu bacakların hareket ettirilmediğinde çok rahatsızlık duyulmasıdır.Yatmaya gittikten kısa bir süre sonra başlar. Genellikle yataktan çıkmak, yürümek veya bacakları hareket ettirmek ister. Hareketler belirtileri geçirir ancak bir saat sonra yeniden başlar. Bu kasılmalara myoklonus denir.Bu bozukluklar tehlikeli değildir.Rahatsız edicidir ve uykuyu bozar.

Adele gevşetme teknikleri yardımcı olur. Benzodiazepin grubu ilaçlar kullanılabilir.

Önemli Depresif Bozukluk

Belirtiler :

  • Fiziksel hareketlilikte ya çok yavaşlama ya da hızlanma şeklinde büyük değişim ve ajitasyon
  • Ruh halinin farklı olması
  • Çevredeki değişimlere tepkisizlik (gündüz, gece, tatil )
  • Zevk alamama
  • İştahsızlık ve kilo kaybı
  • Sabah erken uyanma
  • Suçluluk hissi
  • Kabus görme
  • Belirgin olarak bardağı taşıracak bir son damla yani olayı açıklayacak bir etken olmaması
Bu sadece üzülme ve kederlenme olayı değildir. Hem ruhsal hem de fiziksel dengeyi tamamen bozan psikiyatrik bir durumdur. Depresyondaki kişi topluluklardan kaçar, toplumdaki rolünü oynayamaz. Yaşamdan zevk almaz intiharı düşünür. Her zaman olmamakla berabar hayal görmeleri de mümkündür. Fiziksel belirtiler gözlerin çevresinde boşluk ve çukurluk, tekdüze konuşma tonu, uyurgezermişcesine yürüyüştür.

Kadınlar arasında erkeklere oranla daha yaygındır. İntihara götürebileceği için çok tehlikelidir.

Bir çok tedavi metodu geliştirilmiştir. Yöntemlerin temelindeki ortak unsur, kişilerin değişebileceği ve karşılaştıkları sorunlarla daha iyi başa çıkmayı öğrenebileceği ve travmatik olaylar ve iç kavgalarını alt edebileceği varsayımıdır.

Psikoterapi genelde ilaç tedavisiyle beraber uygulanır. ECT (elektroşok bir diğer yöntemdir.

İçinde Bulunulan Durumun Yarattığı Depresyon

Belirtiler :

  • Çaresizlik duygusu
  • Keder
  • Kendine güveni yitirme
  • Yaşamın anlamsız olduğunu düşünmek
  • Endişe ve tedirginlik
  • Sinirlilik
  • Dostluk ve ilişki kurmaktan kaçınma
Depresif reaksiyon olarak da bilinen bu rahatsızlık bir hayal kırıklığı veya kayıp sonrası genellikle orta yaş döneminde görülür. Durum depresyonu ölüm, maddi kayıp sonrası kederlenmenin ötesinde bir durumdur. Bu rahatsızlık esas sorunun ortadan kalkmasıyla geçebilir ama aynı zamanda intihar riski de vardır. Moral destek sağlamak gerekir.

Psikoterapi yararlıdır. İlaçlar ruhsal durumu düzeltir.

Depresyon

Çeşitli depresyon türleri vardır ve bunlar bazı ortak belirtiler içerir.

Normal yaşam faaliyetlerinden kaçma, düzensiz uyku, iştahsızlık, düşünceyi yoğunlaştıramama, karar verme güçlüğü, enerji azalması, suçluluk duygusu, ölüm düşüncesi.

Yeme Bozuklukları

Yeme bozuklukları kendini Anoreksiya Nervosa ve Bulimia Nervosa olmak üzere iki türde gösterir.

Anoreksiya Nervosa

Boyuna, cinsiyetine, yaşına uygun vücut ağırlığı olmasına karşın kilo almaktan, beden ölçülerinin bozulmasından endişe duyma, korkuya kapılma durumudur.Aileyle olan çatışmalar, çevreyle ilişkilerde aksama, zayıf görünme isteği, saplantılı ve takıntılı kişilik yapısı hastalığı ortaya çıkaran etkenlerdir.

Belirtiler :

  • Gerçeğe uymayan şişmanlama korkusu
  • Aşırı rejim ve egzersiz yapmak
  • Önemli ölçüde kilo kaybetmek veya büyüme devresinde kilo alamamak
  • Normal bir vücut kilosunu korumayı reddetmek
  • Adetten kesilme
  • Kaloriler ve yemekle gereğinden çok ilgilenmek
  • Hastanın aşırı biçimde yemesi,kusarak geri çıkarması
Hastalığın nedeni olarak açlık merkezinin duyarsızlaşması sonucu açlık duygusunun ortadan kalkması, hipofiz bezi ve böbreküstü bezinden salgılanan hormonların eksikliği öne sürülmüştür.

Bulimia Nervosa

Bu bozukluk en çok gençlik döneminin sonlarında ve yetişkinlik döneminin başlangıcındaki kadınlarda görülür.Anoreksiya nervosadan farklı olarak, atıştırıp boşaltan hasta genellikle yemek yiyişlerinin anormal olduğunu anlar ve atıştırınca depresif olurlar.Aşırı miktarda yemeği kısa zamanda yemekle ilgilidir. Oburca atıştırmak dolgunluk hissi gelene veya karın ağrısı duyulana kadar sürer. Hasta kilo almaktan korktuğu için kendi kendini kusturmaya ve aşırı dozda laksatif (müshil) almaya başlar.

Tedavi :

Bulimia genellikle davranış düzeltici teknikler ve psikoterapi,bazen de antidepresanlarla tedavi edilir.

Travma Sonrası Stres Bozukluğu (Post Travmatik Stres)

Ruhsal bozukluğu olmayan kişilerde doğal afet, felaketler, ciddi kazalar, yangın, ölüm, işkence, terör gibi bireylerin bedensel, ruhsal, toplumsal yaşamını tehdit eden olaylar karşısında ağır stres tepkisi birdenbire ortaya çıkar, zamanla azalır ve geçer.

Başlangıçta aşırı korku, çaresizlik, dehşet belirtilerinin yanında dalgınlık, donukluk, ilgisizlik, kişilik bölünmesi gibi belirtiler bulunabilir. Uyku bozuklukları vardır. Bu bozukluk en az iki gün en fazla bir ay sürer. Uzaması travma sonrası stres bozukluğuna neden olur. Kişi sürekli endişe, kaygı, korku, çaresizlik, dehşet içinde yaşar. Olayı anımsamak, düşünmek istemez. Bu belirtiler üç aydan fazla sürerse bozukluğun kronikleşmesi söz konusu olabilir. Uyum bozukluğu kişinin aile ev , iş, yakın ve uzak çevre ilişkilerini olumsuz etkiler. Güven duygusu kaybolur.

Başarı, çaba, çalışma gücü azalır.

Obsesif Kompulsif Bozukluk (Takıntı Saplantı Bozukluğu)

Belirti, bulgu ve yakınmaların başında istenmeyen düşünceler ve hareketler yer alır. Bunlar hastaya yabancıdır. Hasta saçma olduğunu bilir, sürekli olarak karşı çıkar ve savaşır. Ancak tüm çabalara rağmen düşünce ve hareketler etkinliğini sürdürür. Kaygı düzeyi giderek yükselir, panik olur.

En sık kuşku, hastalık, sayma ve metafizik içerikli obsesyonlar(takıntılar) görülür.

Kuşku obsesyonlarında hasta sürekli kararsız ve tereddütlüdür. Evden çıkmaktan, iş yapmaktan, eşyalara dokunmaktan kaçınmaya çalışır. Kapıları, pencereleri,hava gazını, elektrik düğmelerini sürekli kontrol eder. Örneğin ütüyü fişten çekip çekmediğine ilişkin kararsızlığı nedeniyle evden ütüyü yanına alarak çıkar.

Hastalık obsesyonları, değişik toplumlarda ve zamanlarda farklı içerikte ortaya çıkar. Ülkemizde en yaygın olanlar akıl hastalığı, kalp hastalıkları, kanser, AIDS ve eşcinsellik obsesyonlarıdır.

Sayma obsesyonu olanlarda kimi sayıların önemi ve uğuru vardır. Bir davranışa başlamadan önce o sayıya kadar sayılır. Sayım tekrarlanır davranış ertelenir. Ayrıca evlerin, paraların numaralarına, plakalara dikkat edilir.

Kompulsiyonlar(saplantılar) hastanın gereksiz ve saçma olduğunu bilmesine karşın, belirli düzen içinde yapılan, bitmek tükenmek bilmeyen hareketlerdir. Hasta bu hareketleri engellemeye çalışırsa kaygı düzeyi yükselir, panik ortaya çıkar.

En sık görülen kompulsiyonların başında kirden, mikroptan, pislikten kurtulmak için sık sık el yıkama, yıkanma, eşyaların yıkanıp temizlenmesi yer alır. Bulaşıkları, çamaşırları hatta sebze meyveleri tekrar tekrar deterjanlı sularla temizlerler.

Obsesyon ve kompulsiyonlar kaygı, endişe, korku, sıkıntı nedenidirler. Günlük yaşamı olumsuz etkiler. Hasta gerçek yaşamın dışına sürüklenir.

Fobik Bozukluk

Fobik bozukluk, anlamsızlığı, gereksizliği, mantıksızlığı, yersizliği hasta tarafından kabul edilen ancak denetlenemeyen, engellenemeyen bir korku durumudur. Kaygı bir kişiye, olaya, olguya bağlanmıştır. Korku bu koşulların bulunduğu çevreye, ortama yaklaştıkça artar. Bu ortamda bulundukça en şiddetli düzeye ulaşır, uzaklaşınca azalır, kaybolur.

Fobik bozukluklar dört grup altında toplanabilir :

Belirli durumlardan korkma :
Kapalı yer, meydan, sokak, yükseklik, boşluk, ev, okul, asansör, gemi, deniz, karanlık, gök gürültüsü vb.

Beden işlevlerinden korkma :
Yüz kızarması, terleme, idrar kaçırma vb.

Kişilerden korkma :
Kalabalıktan, karşı cinsten, toplumda belirli rolü ve yeri olan insanlardan vb.

Nesnelerden korkma :
Bıçak, iğne, kalem, şiş, düğme, böcek, akrep, yılan, mikrop vb.

Psikoterapi, korkuların köklerini tanımlamada ve kişiye bunlarla başa çıkmasını öğretme yönünden çok faydalıdır. Antidepresan ilaçlar da bazı hastalarda uygulanabilir.

Kaygı Bozuklukları

Kaygı bozuklukları kendisini birkaç türde gösterebilir;

  • Genel kaygı bozukluğu
  • Panik bozukluğu
  • Fobi
  • Saplantı-takıntı bozukluğu
  • Travma sonrası stres bozukluğu

Narkolepsi

Narkolepsi sersemlik, uyuşukluk anlamındaki narke kelimesinden gelir. Gündüz görülen anormal uyuma eğilimidir. Kontrol edilemeyen uyku ihtiyacı vardır. Uyur ve zinde olarak uyanır. Bir saat sonra yine uyur. Bu uyku halleri genellikle yemeklerden sonra gelmekle birlikte hareketli anlarda da gelebilir, örneğin araba ya da bir alet kullanırken"

Gündüz uykulu hal, hem uyku apnesinin hem de narkolepsinin belirtisi olabilir. Ancak narkolepside uyku nöbetleri olur ve uyandığında kendini zinde hisseder. Uyku apnesinde durum farklıdır.

Tedavide amfetamin türevi uyarıcı ilaçlar kullanılır.

Uyku Bozuklukları

Uyku bozuklukları yaşam boyu en çok şikayet edilen problemler arasındadır. Zaman zaman uyku alışkanlıklarında değişiklikler olacağını bilmek gerekir.

Uykunun çeşitli safhaları vardır. Bu safhalar bir gece uykusu boyunca düzenli devirler halinde tekrarlanır. Uyanık durumdan uykulu hale geldikten sonra normal uykuya ve derin uykuya geçilir. Derin uykunun süresi yaş ilerledikçe artar. Rüya uykusu veya hızlı göz hareketi (REM, Rapid Eye Movement) uykusu, uykuya daldıktan 1-2 saat sonra başlar. Bu sırada kapalı göz kapakları altında göz süratle hareket eder. Rüya görülür. Nefes alma ve kalp atışı daha hızlıdır. Erkeklerde penis ereksiyonu olur. REM uykusu sırasında uyananlar rüyaları çok canlı hatırlar. REM uyku yaşam için şart değildir.

Genel Kaygı Bozukluğu

Yüksek kaygı düzeyi temel belirti, bulgu olarak bulunur. Kaygı düzeyinin yükselmesi huzursuzluk, rahatsızlık, tedirginlik, sıkıntı ve sıkışma hissi yaratır. Çabuk kızma, öfkelenme, sabırsızlık, yerinde duramama, gerginlik, yüksek ses tonuyla titrek ve zor konuşma ilk belirtiler arasındadır.

Kan basıncının yükselmesi, kalp bölgesinde sıkışma, sancı, kalp vurum sayısında artma, solunum güçlüğü, hava açlığı, terleme, titreme, ağız kuruluğu, bulantı, kusma, baş dönmesi, iştahsızlık, uykusuzluk, yorgunluk gibi tüm bu belirtiler tehlike karşısında kaçmaya ya da savaşmaya hazırlanan bedensel ve ruhsal tepkiler olarak yorumlanabilir.

17 Şubat 2008 Pazar

Çocuklarda sıkıntı

Çocuklarda sıkıntı

Bütün çocuklarda sıkıntı görülebilir. Çocuklardaki sıkıntı gelişimdeki belli zamanlarda beklenen bir şeydir ve normaldir. Örneğin yaklaşık olarak 7 aylıktan okul öncesi yıllarına kadar sağlıklı çocuklarda anne-babalarından veya yakın oldukları diğer kişilerden ayrıldıklarında yoğun sıkıntı görülebilir. Küçük çocuklarda kısa süreli korkular görülebilir (karanlık korkusu, fırtına, hayvan ve yabancılarda korkma gibi). Bununla birlikte sıkıntı şiddetli olduğunda ve anne-babadan ayrılma, okula başlama ve arkadaş edinme gibi alanlarda çocuğun günlük yaşantısını etkilemeye başladığıda anne-babalar çocuk ve ergen psikiyatristinin değerlendirmesini ve önerilerini almayı düşünmelidirler.

Şiddetli ayrılık sıkıntısı olan çocuk ve ergenlerde aşağıdakilerden bazıları görülebilir:

  • kendisi ve anne-babasının güvenliği hakkında sürekli düşünce ve korkular,
  • okula gitmeyi red etme,
  • sık karın ağrısı ve diğer bedensel şikayetler,
  • evden uzakta uyumada karşı aşırı endişeler,
  • evde aşırı yapışkan davranış,
  • anne-babadan ayrıldığında panik veya öfke.

Bazı sıkıntılı çocuklar yeni insanlarla tanışmak veya konuşmadan korkarlar. Böyle çocuklar ailesinin dışında az arkadaş edinebilirler. Çocuklarda görülen diğer şiddetli sıkıntılar şunlar olabilir:

  • birşey olmadan o konuyla ilgili pekçok endişeler,
  • okul, arkadaşlar veya sporlar hakkında sürekli endişe veya aşırı ilgi.

Sıkıntılı çocuklar sıklıkla aşırı gergin ve sinirliirler. Bazıları tekrar tekrar temin edici söz beklerler ve endişeli halleri davranışlarına etki edebilir. Sıkıntılı çocuklar sessiz, yumuşak başlı ve başkalarını sevindirmeye hevesli olabildiklerinden içinde bulundukları zorluk farkedilmeyebilir. Anne-babalar şiddetli sıkıntının işaretleri konusunda dikkatli olmalı, böylece erkenden önlem alıp olabilecek olumsuz sonuçlardan korunabilirler. Erken tedavi gelecekteki arkadaşlık kuramama, sosyal ve okul başarısındaki kapasitesine ulaşamama ve kendine güven duygusunda düşme gibi zorlukları önleyebilir.

Çocuklardaki şiddetli sıkıntı problemleri tedavi edilebilir. Tedavisinde şuyöntemler birlikte uygulanabilir: bireysel psikoterapi, aile terapisi, ilaç tedavisi, davranış tedavisi ve okulla işbirliği içine girerek danışmanlık yapmak.

Çocuğunuz için nerede yardım bulabilirsiniz

Çocuğunuz için nerede yardım bulabilirsiniz

Eğer çocuğunuzun duygu ve davranışlarıyla ilgili endişeleriniz var ve bir çocuk ve ergen psikiyatristi veya psikiyatrik yardım alacak bir yer bilmiyorsanız:

- Daha önce psikiyatrik tedavi tecrübesi olan arkadaşlar veya akrabalara sorun
- Kendi çocuk veya aile doktorunuza danışın
- Çocuğunuzun okul danışmanıyla ilişki kurun
- Bölgenizdeki üniversite, devlet, sigorta veya özel hastanelere danışın

Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Psikiyatri AD ile temas kurabilirsiniz.
Tlf: 0.332.3232600 'den 1220

Çocuğunuz için ne zaman yardım istemelisiniz?

Çocuğunuz için ne zaman yardım istemelisiniz?

Çocuklarındaki duygusal veya davranış problemlerini genellikle ilk olarak anne-babaları farkederler. Anne-babanın artan endişesi ve öğretmen veya akrabalar gibi başkalarının benzer gözlemleri çocukların tedaviye yönlendirme kararında etkili olabilir. Aşağıda çocuk ve ergen psikiyatristinin değerlendirmesinin gerekli olduğu sık görülebilen bazı durumlar listelenmiştir.

Küçük çocuklar

- Okul başarısında belirgin düşme.
- Çok çalışmasına rağmen okulda düşük notlar.
- Aşırı endişe, sıkıntı: okula gitmeyi, uyumayı veya yaşıtlarının normal olarak yaptığı aktivitelerde yer almayı ısrarla reddetme şeklinde kendini gösterebilir
- Aşırı hareketlilik, yerinde duramamak, oyunların dışında sürekli hareketlilik.
- Sürekli kabus görme.
- Sürekli başkaldırma veya saldırgan davranışlar (6 aydan daha uzun) ve otoriteye karşı aşırı karşı gelme.
- Sık ve izah edilmesi güç öfke nöbetleri

Ergenlik öncesi ve ergenlik dönemi

- Okul başarısında belirgin değişiklik
- Alko ve diğer maddelerin kötüye kullanımı.
- Günlük uğraşlar ve problemlerle başetmede yetersizlik
- Uyuma ve yeme alışkanlıklarında belirgin değişiklikler
- Bedensel hastalıklarla ilgili pek çok şikayetler
- Başkalarının haklarına karşı saldırganca veya saldırganca olmayan, ısrarlı şekilde karşı gelme; otoriteye karşıtlık; okuldan kaçma; çalma; insan, eşya veya hayvanlara eziyet etme
- Mevcut kilo ağırlığı fazla olmadığı halde şişmanlama konusunda yoğun korku
- Depresyon, uzun süreli olumsuz duygu ve davranışlar, sıklıkla iştah azalması, uyumada güçlük veya ölüm düşünceleri eşlik eder

Çocuklar ve silahlar


Anne-babalar ve ilgili uzmanlar dahil pek çok kimse ateşli silahlarla öldürülen, giderek artan sayıdaki çocuk ve ergenler için endişe duymaktadırlar.

Her gün 18 ve daha küçük yaştaki 10 Amerika'lı çocuk ateşli silahla intihar, özkıyım ve kazalar nedeniyle ölmektedir. Pek çoğu ise yaralanmaktadır. 1986'dan bu yana Amerikada büyük şehirlerde 16 yaş ve altındaki çocuklarda ateşli silah yaralanmaları yüzde 300 artmıştır. Onlu yaşlardaki ölümle sonuçlanan çocuk intiharlarının %60'ı ateşli silahlarla olmaktadır. Her yıl yaklaşık 3.000 onlu yaşlardaki çocuk ateşli silahla intihar girişiminde bulunmaktadır. 1987 yılında 400.000 çocuk okula ateşli silah getirmişlerdir. Baltimor'da erkek çocukların yarısı lise liselerine silahla girdikleri rapor edilmiştir.
En azından 25 milyon Amerika'lı aile evlerinde ateşli silah bulundurmakta ve %50'si dolu olarak tutmaktadır. Ülkemiz için de benzer sorunlardan bahsedilmekte zaman zaman gazete ve televizyonlarda örneklerine rastlamaktasınız.

Çocukları ve ergenleri silah geçirmez yapamayız. Çocuklar oyunu severler ve aktiftirler. Ergenler meraklı ve ataktırlar. Bu sağlıklı özellikler bir silah nedeniyle ölümle sonuçlanabilir.

Çocukları ateşli silahlardan korumanın en iyi yolu evden bütün silahları kaldırmaktır. Eğer anne-baba mutlaka evde silah bulundurmaları gerektiğini hissediyorlarsa devamlı bir tehlike olacaktır. Aşağıdaki önlemlerle tehlike azaltılabilir:

- Tüm silahları boş ve kurulmamış olarak güvenli bir yerde kilitli tutun. Yalnızca anne-baba nerede kilitli olduğunu bilmelidir.
- Silahlar ve mermileri ayrı yerlerde kilitli olarak tutun.
- Silahların kullanılmalarına engel olacak kilit ve emniyet sistemleri kullanın.
- Silahı eline aldığında ve temizlenirken bir an için bile dikkatsiz şekilde bırakmayın, her zanam gözünüzün önünde olsun.

Anne-baba evde silah bulundurmuyorsa da, çocuklarının oynadığı diğer yerlerdeki anne-babalarla birlikte güvenlik önlemlerinin alındığından kontrol etmelidir. Bir araştırma sonucunda 16 yaşının altındaki çocuklarda kazayla silah yaralanmalarının %40'ının arkadaşlarının veya akrabalarını evlerinde gerçekleştiği görülmüştür. Bu üzücü olaylar en çok çocuklar gözetimsiz bırakıldığında görülmektedir.

Ergenler alkol içmişken bir silah elde ettiklerinde şiddet riski hızla artmaktadır. Bir araştırmada aile bireyleri arasında silahla ölüme neden olma vakalarında suçlu ve kurbanların %90'ının alkollu veya uyuşturucu kullanmış olduğu bulunmuştur.

Bir Amerika'lı çocuk her gün ortalama olarak 45 şiddet sahnesine tanık olmaktadır ve bunların çoğu ateşli silahlardır. Çocuklar her zaman gördüklerini taklit ederler ve televizyonda yoğun şiddet sahnelerini seyrettikten sonra daha saldırgan davranışlar gösterirler. Anne-baba çocuklarını şiddet içeren TV sahnelerinin etkilerinden korumalıdır. Örneğin anne-baba çocuklarıyla birlikte TV seyredebilir, TV seyretmeyi sınırlayabilir ve şiddet içeren sahneler çıktığında, şiddeti tasvip etmediğini, problemleri çözmede bu şekilde davranmanın doğru yol olmadığını vurgulayabilir.

Duygusal ve davramış problemleri olan çocuk ve ergenler, hem kendilerine hem de başkalarına karşı daha çok silah kullanabilirler. Çocuklarının aşırı saldırgan olduğu veya duygusal bir bozukluğu olduğunudan endişe eden anne-babalar bir çocuk ve ergen psikiyatrsitine başvurmayı düşünebilirler.

Çocuklar ve boşanma


Boşanan aileler çoğu kez boşanmanın çocuklarının üzerindeki etkileri konusunda endişelenirler. Boşanan anne babalar her ne kadar kendi problemleri ile meşgul olsalar da hala kendilerinin çocuklarının yaşamındaki en önemli kimseler olduklarını kavramışlardır.

Boşanma ebeveynler için duruma göre kötü veya iyi bir gelişme olabilirken, çocuklar için korku oluşturur ve güvenlikleri için bir tehlike olarak algılayıp endişelenirler. Bazı ebeveynler boşandıkları için o kadar üzülür veya kendilerini sorumluluk altında hissederler ki çocuklarına bakmak veya onları rahatlamak için dönerler. Boşanmanın ne olduğunu ebeveynler anlatmazlarsa çocuklar tarafından yanlış yorumlanabilir.

Çocuklar çoğu kez anne-babalarının arasındaki anlaşmazlığı kendilerinin neden olduğuna inanırlar. Çoğu cocuk anne-babalarının yeniden bir araya getirmek sorumluluğunu kendi üzerlerine alırlar, bazen bunun için fedakarlık yaparlar. Bedensel veya psikolojik hastalıklara karşı gelişen zaafiyet, boşanma sonrasında ebeveynlerden birinin veya her ikisinin örseleyici kaybından kaynaklanabilir. Bununla birlikte, özen ve itina ile yaklaşıldığında, boşanma sırasında da ailenin bağları harekete geçirilebilir ve çocuğa ebeveyn çatışmasından kaynaklanan sıkıntıları aşmasında yardım edilebilir.

Çocuklarında aşırı sıkıntı işaretleri konusunda ebeveynler dikkatli olmalıdır. Bu okula karşı istek azalması, arkadaş edinme ve onlarla birkilte olmaya isteksizlik hatta hoşlandığı uğraşlara karşı ilgisizlik şeklinde olabilir. Diğer işaretler aşırı veya çok az uyuma, isyankarlık, aile içinde sık kavga-çekişmeyi içerebilir.

Çocukların, evliliğin sonlanmasına ve artık birlikte yaşamayacak olmalarına rağmen, anne ve babalarının yine onların ebeveynleri olacağını bilmeye ihtiyaçları vardır. Uzun süren vesayet, çocuğa kimin bakacağı tartışmaları veya çocuğa bir tarafı seçme konusunda baskı yapılması özellikle çocuk için zedeleyici olabilir ve boşanmanın verdiği zararı artırabilir.

Anne-babanın çocuklarının iyiliği ve geleceği konusunda uyumlu olmaları ve bunu devam ettirmeleri önemlidir. Eğer çocuk endişe belirtileri gösterirse aile doktoru veya çocuk doktoru çocuğu bir çocuk ve ergen psikiyatristine gönderebilir. Çocuk ve ergen psikiyatristi bu durumda anne-baba ile görüşebilir ve onlara nasıl davranacakları konusunda yardımcı olabilir.

Çocuklarda yatak ıslatma


Çocukların çoğu üç yaş civarında gece kuru kalmaya başlarlar. Çocukta bu yaştan sonra yatak ıslatma problemi (enurezis) olduğunda anne-baba ilgilenmelidir.

Doktor enurazisin bir hastalık olmayıp çok sık görülebilen bir belirti olduğunu vurular. Geçici bazı durumlarda, özellikle çocuk hasta olduğunda da görülebilir. Anne-babanın bilmesi gerekn bazı bilgiler şunlardır:

  • Üç yaşından sonra çocukların ortalama yüzde 15 'i yatak ıslatırlar.
  • Erkekler kızlardan daha fazla yatak ıslatırlar.
  • Yatak ıslatma ailevi özellik gösterebilir.
  • Genellikle ergenlikle yatak ıslatma geçer.

Üç veya dört yaşından sonra devamlı yatak ıslatma nadiren böbrek veya mesane problemine bağlı olabilir. Yatak ıslatma bazen uyku bozukluğuyla ilişkilidir. Çoğu vakalarda neden çocuğun mesane kontrolünün gelişmesinin normalden daha yavaş olmasıdır. Yatak ıslatma çocuğun ilgi gerektiren huzursuzluk ve duygularının sonucuyla olabilir.

Yatak ıslatmaya neden olabilen değişik heyecansal nedenler vardır. Örneğin, aylar veya yıllardır gece kuru kalkan bir çocukta yatak ıslatmanın başlaması güvensizlikle ilgili yeni korkularını yansıtabilir. Çocukta kendini güvensiz hissetmeye yol açan, yeni bir yere taşınma, aile bireylerinden birini kaybetme veya genellikle eve yeni bir bebeğin gelmesi gibi bir olayı takip edebilir. Bazen bir müddet kuru kaldıktan sonra yatak ıslatma çocuğun tuvalet eğitiminin aşırı olmasına bağlı olabilir.

Anne-baba çocuklarının yataklarını kasten ıslatmadıklarını ve yaptıkları için genllikle utandıklarını hatırlamalıdır. Çocukları utandırmak ve ayıplamaktan ziyade anne-babalar çocuklarına cesaret vermeli ve yakında yataklarında kuru kalkmanın mutluluğunu yaşayacaklarına inandıklarını göstermelidir. Bir çocuk doktorunun tavsiyeleri genellikle yardımcı olur.

Bazı durumlarda yatak ıslatma problemi anne-baba, aile doktoru veya çocuk doktoru tarafından çözülemez. Bazen çocukta ek olarak sürekli hüzünlülük veya huzursuzluk, yeme veya uyku alışkanlığında değişme gibi duygusal problemler görülebilir. Bu durumlarda anne-baba yatak ıslatmanın nedeni olabilecek fiziksel ve duygusal problemleri değerlendirecek bir çocuk ve ergen psikiyatristi ile konuşmak isteyebilir.

Otistik çocuk

ir bebek kucağa gelmeden hoşlanmadığı, göz ilişkisine girmediği veya duyguya ve dokunmaya cevap vermediğinde anne-baba oldukça endişelenir. Bu cevapsızlık ilişki kurmada yetersizlikle ilişkili olabilir ve karşılıklı sosyal ilişki gelişmesindeki devamlı yetersizliğe bağlı olabilir. Otistik çocukların çoğu kendi anne-babalarını diğer erişkinlerden ayırt etmede bir tercih gösteremezler ve diğer çocuklarla arkadaşlık geliştiremezler. Konuşma yetenekleri zayıf olabilir, hatta hiç olmayabilir. Yüz ifadeleri ve mimikleri gibi konuşmaları da iletişim için kullanılmaz. Bir çocukta bu belirtiler görüldüğünde çocuk ve ergen psikiyatristlerinin düşünecekleri tanılardan biri "Bebeklik Otizmidir".

Otistik çocukların nesnelerle olan ilişkileri normal değildir. Çocuk nesnelere karşı hem kaçınma hem aşırı meşguliyet gibi beklenmedik, aşırı tepkiler gösterebilirler. Örneğin divanı bir duvardan diğerine kaydırılan bir otistik çocuk çığlıklarla ağlayabilir. Pervane gibi hareket eden nesneler büyük hayranlık uyandırabilir ve bir kağıt, lastik bant, tuğla gibi garip nesnelere karşı anlamsız şekilde bağlanabilirler.

Otizmin diğer bir özelliği anlamsız, tekrarlayıcı hareketlere eğilimdir. Dönme ve kollarıyla kanat çırpma gibi ritmik vücut hareketleri görülebilir. Bazı otistik çocuklar televizyondaki reklamları tekrarlayabilirler veya karmaşık yatma zamanı adetleri gösterebilirler.

Çocuklarında otizmden şüphelenen aileler aile doktorları veya çocuk doktorlarından bir çocuk ve ergen psikiyatristine yöneltmelerini istemelidir. Otizm bir hastalıktır, otistik çocuklarda yaşam boyu sürecek ciddi bozukluklar söz kounsu olabilir. Bununla birlikte, uygun tedavi ve eğitimle bazı otistik çocuklar yaşamlarını bağımsız olarak sürdürecek hale gelebilirler. Anne-babalar bu becerlerini geliştirmelerinde çocuklarına destek olmalıdırlar.

Uyku hijyeni

Uyku sorunları sıktır ve özellikle duygusal olarak aşırı yüklendiğiniz zamanlarda daha sık olabilir. Sıkıntı, gün içinde yaşanan olayların zihinde devamlı canlanması ve yoğun heyecanlar uykunuzu belirgin düzeyde etkileyebilir.

Uyku düzenini kontrol altına alma ve devamlı bir şekilde dengeli bir uyku düzeni oluşturma hastalıklarla başetmede çok önemlidir. Herkesin dinlenmeye ihtiyacı vardır.

En sık uykusuzluk nedeni günlük yaşantınızda herzamankine göre bir değişiklik olmasıdır. Örneğin seyahat etme, çalışma saatlerinde değişiklik, yeme, egzersiz, eğlence gibi davranışlarınızda her zamankine göre aksamalar ve insanlar arası ilişki sorunları uykuda sorunlara yol açabilir.

İyi bir uykuya sahip olmak yapmanız gereken en önemli şey uyku hijyenine dikkat etmenizdir.

Şunları yapın:

1. Her gün yatağa aynı saatte yatın.

2. Her gün yataktan aynı saatte kalkın.

3. Her gün düzenli egzersiz yapın, tercihen sabahları. Düzenli egzersizin dinlendirici uykuyu geliştirir. Jimnastik ve aerobik egzersizleri buna dahildir.

4. Düzenli olarak doğa ve güneş ışığına çıkın, özellikle öğleden sonraları.

5. Yatak odanızın ısısını rahat edeceğiniz şeklide ayarlayın.

6. Uyurken yatak odanızın sessiz olmasını sağlayın.

7. Yatak odanızın uykuyu kolaylaştırmak için karanlık olmasına dikkat edin.

8. Yatağınızı yalnız uyku ve cinsel ilişki için kullanın.

9. İlaçlarınızı önerilen şekilde alın. Önerilen uyku ilaçlarını yatmadan bir saat önce almak çoğunlukla yardımcı olacaktır. Böylece ilaçların uyku getirme etkileri siz yatarken ortaya çıkacaktır. Veya kalkma vaktinden 10 saat önce alarak gün içindeki uykululuk etkilerinden kaçınmaya çalışın.

10. Uykuya gitmeden hemen önce gevşeme egzersizleri yapın (Kas gevşetme, hoşunuza giden hayaller, masaj, ılık banyo vb.)

11. Ayak ve ellerinizi sıcak tutun. Gerekirse yatakta sıcak tutacak çorap ve/veya eldiven giyin.

Şunları yapmayın:

1. Yatağa gitmeden hemen önce egzersiz yapmak.

2. Yatağa gitmeden hemen önce rekabete dayanan oyun oynamak, heyecanlı bir program seyretmek veya sevdiğiniz biriyle önemli bir tartışma yapmak gibi uyarıcı davranışlara meşgul olmak.

3. Akşam kafeinli gıda almak (kahve, fazlaca çay, çikolata, soda vb.)

4. Yataktayken okumak veya tv seyretmek.

5. Uykuya yardımcı olması için alkol almak.

6. Yatağa aşırı aç veya tok olarak gitmek.

7. Başka birinin uyku ilaçlarını almak.

8. Eczaneden reçetesiz temin edilebilen uyku ilaçlarını doktorun bilgisi olmadan almak. Bu ilaçlara karşı hızla tolerans gelişebilir. Bu ilaçlar yaşlı hastalarda ciddi yan etkilere yol açabilir.

9. Gündüz vakti kestirmek.

10. Kendini uyumaya zorlamak. Bu yalnızca sizin zihninizi ve bedenizi daha fazla alarme etmeye yarar. Yatakta 20-30 dakikadan daha fazla uyuyamadan yatarsanız, kalkın, başka bir odaya gidin (veya yatak odanızın başka bir yerine), sessiz bir şeyle uğraşın (ör: heyecan oluşturmayan bir yazı okuma veya program seyretme), uykunuzun geldiğini hissettiğinizde yatağa dönün. Bunu gece boyunca ne kadar gerekirse o kadar yapın.

Meram Tıp - Psikiyatri A.D

Tedaviniz ile ilgili bazı hatırlatmalar

Bir hastalıkta ilaç kullanılması, o hastalığın daha ağır olduğu anlamına gelmez.

Bazı hastalıklar tümüyle yok edilemeyibilir; bu takdirde amaç hastaya ve çevresine sıkıntı doğurmaktan çıkarılmasıdır. Çünkü hastalık zaman zaman özellikle stres dönemlerinde alevlenmeler / tekrarlamalar gösterebilir.

Hastaların ilaçları rahatlayınca veya doktor tarafından belirtilmedikçe yazılan ilaç kutusu bitince kesmeleri doğru değildir. İlaçların özellikle ilk günlerde yapacakları bazı yan etkiler hastaları huzursuz edecek olursa ilaca ara vermemeli, doktora danışmalıdırlar. İlaçların etkileri birkaç haftadan önce başlamayabilir ve genellikle aylarca kullanılması gerekir.

Hastaların ilaçlarını kullanmaları yanı sıra hekimlerinin tavsiyelerine uymaları ve hastalıkla başa çıkmak için çaba göstermeleri, ailenin hastaya destek vermesi, bunun bir hastalık olduğunu idrak etmesi önemli hususlardır.

Psikoterapi, hekimin hastanın tüm sorunlarını dinleme çalışması olarak görülmemelidir; psikoterapi hastaya destek ve hastalığı hakkında bilgi verme, hastalığın idaresi için yol gösterme, hastayı yargılamaksızın anlamaya çalışma eylemi olup hastayı bir sihirbaz edası ile değiştirme değil, sorunlarını yenmesi için hastayla birlikte çalışma ve tartışma ortamıdır. Tüm dünyada genelde ilaç tedavisi ile birlikte yürütülmektedir.

Hipnoz, akupunktur, biyoenerji v.b yöntemler psikoterapi değildir.

İlaçlar hastalıkta etken olan beyin biyokimyasındaki bozukluğu düzeltmek yolu ile etki ederler.

Hastalığınız düzelse bile ilaçlarınızı genellikle uzun süre (aylarca) kullanmanız gerektiği için doktorunuz söylemedikçe ilaçlarınızı kesmemelisiniz; tam olarak hastalık geçmeden ilaç kesilmesi halinde hastalığın tekrarlama ihtimali artmaktadır.

Hastalığınızı komşularınıza veya konunun uzmanı olmayan kişilere danışmamalısınız; çünkü böylesi insanlar sizi hem hastalık hem ilaçlar konusunda yanlış yönlendirebilir/ hatta daha da endişelenmenize sebep olabilirler.

Büyücü, okuyucu, yatır, muskacı gibi inançlarımızı istismar eden kimseler size yanlış/sömürücü hatta bazen kışkırtıcı telkinlerde bulunabilirler; bu tür hurafe yöntemlere başvurmanın İslam'da da yeri olmadığını bilmelisiniz. Emin olun ki kendinizin ve sizin sevenlerin duası hepsinden makbuldür.

Hasta yakınlarının bazı telkinleri: " Aldırma, canını sıkma, kafana takma, kendinin doktoru ol, gez-dolaş-konuş-gül, at kafandan, kendini topla" v.b. telkinlerin hastanın iyiliği için yapıldığı açıktır; ancak bu tür telkinler genellikle işe yaramayacağı ve hastanın kasten hasta olduğu izlenimi vereceği için zararlı olabilir.

Psikiyatri alanında yüzlerce hastalık mevcuttur ve bunların sadece bir ikisi ağır akıl hastalığıdır; dolayısı ile ne psikiyatri uzmanına başvurmanız, ne de ilaç kullanmanız sizin akıl hastası olduğunuz anlamına gelmez.

İyileşme demek hiçbir sorunu ve belirtisi kalmamak anlamına gelmeyebilir; bazı durumlarda iyileşme hastalığın artık hastanın ve etrafının hayatını bozamayacağı düzeye inmesidir.

Hastalığınızı kendi kendinize bulma veya tedavi etme çabanıza saygı duyarız ancak bu şahsi araştırmalar hiçbir zaman uzmanın vereceği bilgilerin yerini tutamaz.

Ruhsal hastalıkların tedavi edildiği yer ruh sağlığı ve hastalıkları (psikiyatri) uzmanlarıdır. Asabiye / nöroloji, beyin cerrahisi, iç hastalıları alanlarındaki uzmanlar ruh sağlığı uzmanı değildirler.

Hazırlayan: Prof. Dr. Rüstem Aşkın

Yaygınlaşmış kaygı bozukluğu

Kişinin gündelik hayatta karşılaştıkları olaylarla ilgili olarak, engelleyemediği aşırı bir endişe ve kuruntulu beklenti (evham) içinde olması , bu hastalığın temel özelliğidir.


Yaygınlık
Toplumda 100 kişiden 3-6 kadarında raslanır. Kadın/erkek oranı 3/2 - 2/1 dir.

Sebepleri
Beyindeki sinirler arasında iletiyi sağlayan maddelerden bimir olan Noradrenerjik sistemin aşırı etkinliğin kaygı ve korku oluşturduğu bilinmektedir. Yaygınlaşmış kaygı bozukluğunda (YKB) noradrenerjik sistemde artmış bir etkinlik ya da adrenoseptör duyarlılığında değişmeler olduğu; diğer bir madde olan ayrıca seronerjik etkinlikte artış, GABA etkinliğinde azalma olduğu gösterilmiştir.

Biyolojik araştırmalar beynin kaygı ile ilişkili bölgelerinde (kortikal yapılar, limbik sistem, bazal gangliyonlar ve serebellum) nöral iletinin bozulmuş olabileceğini düşündürmektedir.
Normalde stres yanıtlarında olması gereken otonomik esnekliğin azaldığı görülmektedir.
Hastaların 1.derece yakınlarında %20 gibi yüksek oranda YKB'ye rastlanması genetik etkenleri düşündürmekteyse de genel kabul çevresel etkenlerin daha önemli olduğu yönündedir.
Kaygı ile kişilik özelliklerini araştıran çalışmaların çoğunda "çekingen, bağımlı, kompülsif ve düşük benlik saygısı" özelliklerinin önemli yatkınlaştırıcı etkenler olduğu gösterilmiştir.
Stres verici yaşam olayları YKB'de en azından tetikleyici bir etkendir.

Sonuç olarak bu bozukluğun kalıtsal ve biyolojik bir temel üzerinde çevresel olumsuzluklarla ortaya çıktığı düşünülmelidir.

Klinik özellikler
Bu bozukluk toplumda "evhamlılık" olarak nitelenmektedir.
Ekonomik durum, muhtemel iş yükümlülükleri, sağlık sorunları, çocukların yaşayabileceği olaylar, ev işleri, onarımlar, randevulara yetişememe gibi günlük konularla ilgili olarak aşırı/ölçüsüz bir endişe ve kuruntu vardır.

YKB'de özellikle önemli olan ruhsal süreç, kişinin "çevre üzerinde denetiminin olmadığı" inancıdır. Denetlenemez olaylardan kaynaklanabilecek tehlikeler (kazalar, hastalıklar, felaketler v.s.) zihni sürekli meşgul etmektedir. Kişi sürekli olarak potansiyel tehlike yaratan uyaranları izlemekte, tehlike oluşturmayan (hoş) uyaranları ise dikkate almamaktadır. Bu durum, hastalarda otomatik ve farkında olunmadan işleyen bir zihinsel düzenektir.

Hastalar endişelerinin aşırı ve yersiz olduğunu her zaman kabul etmeyebilirler.
Kişi yoğun endişesini durduramadığı için dikkatini olağan işlere odaklamada güçlük çeker, dalgınlaşır.

Hastalar huzursuz, çabuk heyecanlanan ve sabırsız kimselerdir. Yüz ve beden gergin, eller genellikle titremektedir. Kas gerginliğine bağlı seyirmeler, titreme, ağrı ve sızılar olabilir. Baş, sırt, omuz ağrıları ve sertliği sıktır. Kas gerilimi özellikle alın kaslarında çok yoğundur. Çoğu hasta uyku sorunları, kabus ve karabasanlar yaşar.

Kolay yorulma, ağız kuruluğu, aşırı geğirme, soluk alma ve yutma güçlüğü, çarpıntı, sık idrara çıkma, erken boşalma- ereksiyon güçlüğü, kulak çınlaması, baş dönmesi, uyuşmalar gibi yakınmalar ayırıcı tanı problemleri doğurmaktadır.

Kaygı belirtilerinin hastalar tarafından bedensel hastalık kaygılarına yol açması kaygıyı daha da ağırlaştırmaktadır. Bu durumda hipokondriyazis (hastalık hastalığı) İle ayırdetmek güçlük arz edebilir.

Yaşın ilerlemesi ile genellikle kaygı bozukluklarının görülme sıklığı ve belirtilerin şiddeti azalmaktadır. Yine de yaşlılık döneminde karşılaşılan kaygı hastalıklarının % 60-70'ini YKB oluşturmaktadır.

Ayırıcı tanı
Öncelikle normal endişeden ayırt edilmelidir. YKB'deki endişe gerçekçi (normal) endişeye göre sorunla orantısız, daha yaygın, daha kronik ve stresle daha az ilişkisizdir.
Değişik bedensel hastalıklara ikincil olarak da YKB gelişebilmektedir. Hipertioidizm, hipoglisemi, kardiyovasküler hastalıklar, anemiler, KOAH ile sık karışabilir.
Panik bozukluğu, major depresyon, alkol bağımlılığı, sosyal fobi durumları ile YKB'nin birlikteliği son derece yüksektir.

Gidiş ve sonlanış
YKB genellikle yirmi yaş civarlarında başlamaktadır ve hayat kalitesini önemli ölçüde bozmaktadır. Kimi hastalarda belirtiler ısrarlı ve yaşam boyu devam ederken, kimilerinde önemli düzelme sağlanmakta ancak stresli olay dönemlerinde alevlenmelerle seyretmektedir.

Tedavi
Tedavide tam düzelmeyi hedeflemekten ziyade belirtileri azaltmayı amaçlamak daha gerçekçi bir hedef olacaktır. Başlangıçta her tedavide olduğu gibi hasta bilgilendirilmesi önem taşır. Kaygıyı artırabilen kafeinli maddelerin (çay, kahve, kola, çikolata) azaltılması önerilmelidir. Kullanılıyorsa teofilin, stimülan ve dekonjestan ilaçlarla esrar, alkol, kokain gibi maddeler kesilmelidir.

Aşağıda sayılan ilaçlar tedavide ana ilaçlar olmakla birlikte çoğu zaman hastanın durumuna göre veya bu ilaçlardan biri yetersiz kalınca dozun artırılması yanında ek ilaçlar da aşamalı bir şekilde uygulanacaktır. Tedaviye dirençli durumlarda bazen 4-5 ilacın birlikte kullanımı zorunlu olabilir.

Benzodiazepinler: Düşük ve orta dozlarla %70 oranında düzelme elde edilebilmektedir. Diazepam en yaygın kullanılan benzodiazepindir. Yaşlılarda ise kısa etkili BZ kullanılmalıdır. Bu ilaçlar 1-2 aydan daha uzun süre kullanılmamalıdır.

Beta Blokerler: Propranolol. Kaygınin terleme, titreme, çarpıntı gibi bedensel belirtilerini yatıştırır. Endişeye ve psişik kaygı belirtilerine etkisizdir.

Antidepresanlar: İmipramin (tofranil), amitriptilin (laroxyl) v.b. Üç halkalı antideresanların etkinliğine dair çok sayıda yayın vardır. YKB'nin tedavisinde giderek daha fazla kullanılmaktadırlar. Ortalama günlük 50-150 mg dozunda uygulanır. Venlafaksin ve SSRI grubu ilaçlar da etkindir.

Davranışçı-bilişsel psikoterapiler: Düşünce biçimlerini ve bunların rahatsızlık verici işlevini hastalara göstermek hedeflenir. Kötü işlevli düşünceleri yeniden yapılandırma, gerçek yaşam şartlarında üzerine gitme denemeleri, derecelendirilmiş ev ödevleri yanında solunum eğitimi, kas gevşetme teknikleri kullanılır. İlaç kullanamayan veya kullanmak istemeyen hastalarda öncelikle denenebilir ancak uzun süreli etkinlikleri konusunda yeterli veri yoktur.

Sosyal fobi tedavi süreci

Tedavi

Birincil (Hastalığın oluşmasını) önleme
- Sosyal/ aile çevresi
- Sosyal beceri
- Öğretmen
- Kalıtımsal etkenler
- Mizaç

İkincil önleme
Erken tanı ve erken tedaviyi içerir.

Üçüncül önleme

Psikoterapi

Bilişsel tedavi:
- Kaygı duyguların ve kaygıya karşı bedensel tepkileri tanıma.
- Kaygı doğuran durumlardaki zihniyeti ortaya koyma
- Başa çıkma stratejileri geliştirme
- Self - değerlendirme ve self - pekiştirme
- Kendi kendini eğitme
- Gerçekçi beklentiler geliştirme

Davranışsal tedavi:
- Model olma
- Üstüne gitme
- Rol oynama
- Gevşeme eğitimi
- Pekiştirme

Sosyal beceri eğitimi:
- Davranışsal: Sosyal etkileşimi başlatma, sohbet başlatma ve sürdürme, girişkenlik eğitimi.
- Sürekli pratik yapma

Aile tedavisi:
- Girişimciliği ödüllendirme / kaygıyı söndürme stratejileri
- Ebeveynin duygusal ve kaygılı tepkilerini değerlendirme
- İletişim ve problem çözme
- Ebeveyn eğitimi

Grip terapisi
- Akran desteğini oluşturma
- Model olma
- Pekiştirici fırsatlar
- Kaynakları paylaşma
- Yardım etme davranışları

İlaç tedavisi

Ortalama süre 9-12 ay sürer.
- SSRI: (prozac, depreks, zedprex, lustral, seralin, faverin, cipram, seroxat gibi ilaçlar)
- Klonazepam
- Buspiron
- Beta bloker: Propranolol / atenolol.
- Trisiklik antidepresanlar (Tofranil, anafranil, laroxyl v.b)

Tedavi, ani bir değişiklik olarak düşünülmemeli bir değişim çabası ve süreci olarak değerlendirilmelidir.
Hastaların ilaçlarını kullanmaları yanı sıra hekimlerinin tavsiyelerine uymaları ve hastalıkla başa çıkmak için çaba göstermeleri, ailenin hastaya destek vermesi, bunun bir hastalık olduğunu idrak etmesi önemli hususlardır.

Selçuk Üniversitesi
Meram Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı

Sosyal fobi - Sosyal kaygı bozukluğu

Tanımadık insanlarla karşılaştığı ya da başkalarının gözünün üzerinde olabileceği bir ya da birden fazla toplumsal durumdan veya bir eylemi gerçekleştirdiği durumdan belirgin ve sürekli bir kaygı-huzursuzluk-korku duyma hali. Kişi, küçük duruma düşeceği ya da utanç duyacağı bir biçimde davranacağından korkar ( ya da kaygı belirtileri gösterir).

Kişi, korkusunun aşırı ya da anlamsız olduğunu bilir. Çocuklarda bu özellik bulunmayabilir.

Korkulan toplumsal ya da bir eylemin gerçekleştirildiği durumlardan kaçınılır yahut da yoğun kaygı veya sıkıntıyla bunlara katlanılır.

Kaçınma, huzursuz beklenti ya da korkulan durumlarda sıkıntı duyma halleri, kişinin olağan günlük işlerini, mesleki (ya da eğitimle ilgili) işlevselliğini, toplumsal etkinliklerini veya ilişkilerini bozar ya da belirgin bir sıkıntıya yol açar.

Performans tipi: Sınıfta sesli okuma, müzik/spor, toplulukta konuşma tahtaya yazma, sorulara cevap verme, test alma v.b durumlarda kendini gösterir.
Etkileşimsel tip: Sohbete (özellikle de karşı cinsle) katılma, yetişkinlerle konuşma, parti vb.okul etkinliklerine iştirak, başkalarının önünde yeme-içme-yazma, yardım isteme/tarih sorma v.b durumlarda kendini gösterir

Ayrıca yaygınlaşmış tipi vardır.

Kroniktir, Depresyon ve alkolizmle birliktelik fazladır.

Başka kaygı bozuklukları ile birliktelik % 36.

Sosyal kaçınma stratejileri:
- Kendiyle konuşanı işitmezden gelme
- Gözünü kaçırma
- Hastalanma
- Zıtlaşmacılık
- Sosyal etkinliklere katılmayı reddetme
- Okul reddi

Şizofreni hastalarına öneriler

Lütfen, sağlığınız için aşağıdaki tavsiyelere uyunuz.

  • İlaçlarınız uyuşturucu değildir, alışkanlık yapmazlar.
  • Verilen ilaçlar düzenli olarak alınmalıdır.
  • Ağız kuruluğu, kabızlık, yerinde duramama, özellikle yüz ve boyun kaslarında kasılmalar, ellerde titreme, robot gibi olma durumu gibi yan etkiler görülebilir.

Bu yan etkiler tehlikeli değildir. Ancak bu durumlarda ilaç kesilmemeli,doktora danışılmalıdır. Hekiminiz doz ayarlaması yaparak ya da yardımcı ilaçlar (Akineton, Benadryl, Dideral gibi) vererek bu yan etkileri en aza indirmelidir.

  • Genellikle tedavinin, ,uzun yıllar aksatılmadan sürüdürülmesi önerilir.
  • Kontrollere doktorunuzun verdiği randevulara göre gelinmelidir.
  • Tedavinin amacı, hastalığı yok etmek değildir; hastalığın belirtilerini gidermektir (Ör;Şeker hastalığı gibi). Ailenin hastaya karşı tutum ve davranışları, hastalığın seyrini ve tedavisini önemli ölçüde etkilemektedir. Özellikle, hastayı aşırı eleştiren, itici yaklaşımlar ya da tam tersi aşırı, koruyucu, kollayıcı tutum en yanlış davranışlardır. Mümkün olduğunca hastanıza karşı doğal ancak hasta olduğunu da bilerek davranınız.

Şizofreni tamamen iyileşir mi?

Şizofreni tamamen iyileşir mi ?

Şizofreni tanısıyla tedavi olan kişilerin beşte birinde zaman içinde belirtilerin tamamen ortadan kaybolduğu saptanmıştır. Genel olaraksa hastalık yok olmaz, ancak hastaların büyük kısmında düzenli ve sürekli ilaç tedavisi ile önemli iyileşmeler elde edilebilir.

Tedavi Süreci

Tedavide öncelik ilaç kullanımındadır. Ancak şizofreniyle ilgili bütün sorunların çözümünde ilaç tedavisi tek başına yeterli olmamaktadır. Bu nedenle özellikle toplumsal yaşantıya ait yakınmaların çözümlenmesinde ailenin anlayışlı, destekleyici ve teşvik edici yaklaşımı, hastaya nasıl davranacaklarına dair hekimle işbirliği yapılması son derece önemlidir.

Bu hastalığın sebepleri nelerdir ?

Biyokimyasal: Sinir aralığındaki ileticilerden bazılarının (özellikle dopamin ve serotonin) etkinliklerinin bozulması.

Genetik: Yakınlarında şizofreni hastası olanlarda şizofreni gelişme olasılığı normal insanlara göre biraz daha fazla olabilir.

Şizofreniyi nasıl farkederiz ?

Şizofreni kendisini insanın dış görünüşünde, konuşmasında, duygularını ifade etmesinde, davranışlarında,düşüncelerinde yaptığı değişiklikler ve bunların toplumsal yansımalarıyla belli eder.

Başlıca belirtiler şu şekilde özetlenebilir:

  • Giyim-kuşama özen ve kendine bakım azabilir, alışılagelmişin dışında giyinme görülebilir.
  • Mimikler ve jestlerde azalma, çevrede olup bitenlere karşı ilgisizlik görülebilir. Bazılarında yüz ifadesi donuklaşabilir.
  • Bazı hastalarda konuşma bozulur. Dağınık ve muğlak olabilir. Yer yer kopmalar içerir, gereksiz ayrıntılarla doludur, belirli bir mantık örgüsü izlenmez. Bazılarında ise konuşma normal görünümdedir
  • İçine kapanma veya yakınlarına bağımlılıkta artma görülebilir. Amaçsız ve anlamsız davranışlar gösterebilirler. Hiç hareket etmeme, devamlı bir noktaya bakarak hiç konuşmama veya saldırgan davranışlar olabilir.
  • Hastaların çoğunda takip edildiklerini, öldürüleceklerini, aleyhlerinde komplo-tuzak kurulduğunu düşünme ve korkma görülebilir. Bir kısmı kendileriyle ilgili yayın yapıldığı düşüncesiyle çevreden, televizyondan gazetelerden rahatsız olabilirler.
  • Kimileri vücudunda değişiklik olduğunu veya bedensiz olduklarını düşünebilirler.
  • Bazıları kendileri ile konuşan, kendilerine emreden, hakaret eden, hareketleri hakkında yorum yapan sesler işitebilirler.
  • Bazı hastalar da da uyanıkken gözlerinin önüne çeşitli görüntüler geldiğini ifade edebilirler.

Bu hastalık toplumda ne kadar sıklıkla görülebilir?

Her 100 kişiden 1’inde görülebilmektedir.

Şizofreni nedir? 2

Şizofreni, kişinin duygu, düşünce ve davranışlarında önemli değişikliklere neden olan, belirtileri ve seyri kişiden kişiye değişiklik gösteren, hastaların bir kısmında iyileşmeyle, bir kısmında ise toplumsal ilişkiler ve entellektüel faaliyetlerde önemli kayıplara yol açan bir ruhsal rahatsızlık türüdür.

Başlama yaşı genellikle 15-35 yaşları arasındadır.

Obsesif - kompulsif bozukluğun seyri ve tedavisi

Hastalığın seyri :

Hastalık, genelde müzmin bir hastalıktır. Zaman zaman alevlenip hafifleme gösterir.

Tedavi:

Hastalığın tedavisindeki esas ilke, bu eksik olan sinir ileticisi maddeyi (serotonin) artırmaktır. Buna yönelik ilaçlar verilir ve ayrıca davranışçı tedaviler önerilir. İlaçlar ortalama % 70 oranında etkilidir.

Lütfen, sağlığınız için aşağıdaki tavsiyelere dikkatle uyunuz.

  • İlaçlarınız uyuşturucu değildir, alışkanlık yapmazlar.
  • Verilen ilaçlar düzenli alınmalı;genellikle ilaçların belli saati yoktur.
  • Ağız kuruluğu, başdönmesi,uyuklama, kabızlık, kilo alma, idrar tutukluğu / ya da sinirlilik, uykusuzluk, titreme, bulantı, cinsel istekte azalma gibi yan etkiler olabilir.

Bu yan etkiler genellikle ilk bir hafta sorun olabilir ancak tehlikeli değildirler,tedaviyi bırakmayı gerektirmezler. Aşırı rahatsızlık duymanız halinde hekiminize danışarak tedaviyi yeniden

gözden geçirmesini talep etmeniz doğal hakkınızdır. İlk haftalardan itibaren yan etkiler azalırken, ilacınızın tedavi edici etkileri ortaya çıkacaktır.

  • Önerilen davranışçı tedavilere dikkatle uymalıdır
  • Kontrollere düzenli gelinmelidi

Obsesif - kompulsif bozukluk sebepleri nelerdir ?

  • Biyokimyasal: Sinir aralığındaki sinir ileticilerinden biri olan serotonin denen bir maddenin azalması sözkonusudur.
  • Öğrenme: Yakın aile bireylerinin benzer tutum ve davranışlarına bakarak bu hastalık öğrenilebilir. Aynı durum soyaçekimsel yönden de önem taşır.

Kompülsiyon nedir?

Bu düşüncelerı, etkisizleştirmek için yapılan davranış ve hareketlere ise kompülsiyon denir.

1- Kişinin obsesyon biçimindeki düşüncelere karşı, bir tepki olarak yaptığıtekrarlayıcı davranışlar (örn: temizleme, düzene koyma, aşırı kontrol etme /kapı-tüp açık mı kapalı mı gibi/, tabelalara takılma gibi ya da zihinsel eylemler (örn; dua etme, törensel davranışlar, sayı sayma, bir takım sözcükleri sessiz biçimde söyleyip durma v.b.).

2- Davranışlar yada zihinsel eylemler, sıkıntıdan kurtulmaya ya da var olan sıkıntıyı azaltmaya veya korku yaratan durumdan korunmaya yöneliktir; ancak bu davranışlar ya da zihinsel eylemler ya etkisizleştirilmesi veya korunulması tasarlanan şeylerle gerçek anlamda ilişkili değildir, yahut açıkça çok aşırı bir düzeydedir.

3- Obsesyon ve kompülsiyonlar, belirgin bir sıkıntıya neden olur, zamanın boşa harcanmasına yol açar (günde en az bir saatlik zaman alırlar), ya da kişinin olağan günlük işlerini, mesleki görevlerini ya da olağan toplumsal etkinliklerini önemli ölçüde bozar.

Bu hastalık toplumda ne kadar sıklıkta görülür?

Toplumda her 100 kişiden 3’ü bu hastalığı yaşar.

Genelde erken yaşlarda başlar.

Obsesyon nedir?

İstemli bir çaba ile zihnimizden uzaklaştıramadığımız, istenmeden oluşan, kişiye ters gelen, ısrarlı, genellikle kötü düşünceler (vesvese), dürtüler, hayal ya da tasavvurlardır (örn; simetri, mikrop kapma, kirlenme, aykırı cinsel, saldırganca, küfürlü dini düşünceler). Kişi, bu düşünce, dürtü ve hayallerini zihninden atmaya ya da önemsizleştirmeye-etkisizleştirmeye çalışır.

Bu düşünceler, dürtüler ya da hayaller, sadece gerçek yaşam sorunları hakkında duyulan günlük üzüntüler şeklinde değildir.

Panikatak tedavisi

Doğru tedavi ile başarı oranı çok yüksektir (%60-80). Hastanın uzman bir hekim tarafından değerlendirilmesi gerekir. Çünkü panik durumalrında yaşanan belirtiler, diğer birçok ruhsal hastalıklarda da görülebilir. Ayrıca muhtemel bedensel hastalıklarda araştırılmalıdır. Tanı konduktan sonra her hastaya göre belirlenecek olan uygun ilaç tedavisi ile birlikte gerekli durumlarda psikolojik tedavi (davranış tedavisi) uygulanır.

Bugün ilaç ve davranış tedavilerinin birlikte kullanılması en etkili yöntem olarak kabul edilmektedir. İlaçlar, uyuşturucu değildir, alışkanlık yapmazlar. Uzun süre (aylarca..) kullanılmaları gerekir, hekime danışılmaksızın ilaç tedavisi kesilmemeli, değiştirilmemelidir. İlaçların tehlikeli olmayan yan etkileri olabilir, onları da hekiminize danışınız.

Panik bozukluğuna hangi hastalıklar eşlik edebilir?

Panik bozukluğu olan kişilerde sıklıla (% 50-65) depresyon ortaya çıkar. Bazı kişiler sıkıntılarını alkol yada ilaçla tedavi edeceklerini sanırlar.

Özellikle klinik ortamlarda ve daha ağır agorafobisi olanlarda panik bozukluğu sıklıkla diğer Bunaltı bozukluklarıyla birlikte görülür (Panik bozukluğu olan kişilerin % 15-30’unda sosyal fobi, % 18-10’unda obsesif-kompülsif bozukluk (saplantı-zorlantı bozukluğu, % 10-20’sinde özgül fobi ve % 25’inde yaygın bunaltı bozukluğu olduğu bildirilmiştir).

Panikatak hastalığı süreci nasıl olur?

Panik bozukluk yavaş, sinsi veya hızlı bir şekilde başlayabilir ve atakların oluş sıklığı ve sayısı hastadan hastaya değişir. Uygun tedavi yapılan hastaların büyük bölümünde birkaç hafta içinde panikler önemli ölçüde kontrol altına alınır.


Panik beklentisiyle ilgili endişe ve kaçınma bir süre daha devam edebilir.

Tedavi edilmeyen hastalarda dalgalanmalar görülebilir. Panik bozukluk ve agorafobi ciddi ise kişi hemen hemen eve bağlı kalabilir ve yanında biri olmadan ayrılmak istemeyebilir. Ayrıca bu hastaların %70’inde gelişen depresyon tablosu hastalığı daha da karmaşık hale getirebilir.

Panik hastalarının en sık bildirdikleri korkular

  • Araba kullanma
  • Çarşı, pazar, büyük mağazada bulunma
  • Yalnız kalma
  • Kalabalığa girme
  • Evden ayrılıp uzağa hareket
  • Lokanta
  • Asansör
  • Doktor
  • Diş hekimi, berber
  • Kapatılmak, kilitlemek

Agorafobi nedir ?

Agorafobinin başlıca özelliği bir panik atağının ya da panik benzeri belirtilerin (birden bir baş dönmesi atağı ya da birden bir ishal atağı olacağı korkusu gibi) çıkması durumunda yardım alamayacağı ya da kaçmanın zor olabileceği yerlerde ya da durumlarda bulunmaktan endişe duymadır. Böylece hastalar, evin dışında ya da evde tek başına kalma; kalabalık bir ortamda bulunma, araba, otobüs yada uçakla yolculuk etme ya da asansöre binme sayılabilir. Kişi, yanında eşlik eden biri olduğunda korktuğu durumla karşılaşmakla daha iyi başedebilir. Bu kişilerin söz konusu durumlardan kaçınması ise gitmelerini ya da ev işi sorumluluklarını yapmaları zorlaştırabilir.

Panik atakları hangi sıklıkta ve kimlerde görülür

Panik atakları hangi sıklıkta ortaya çıkar ?

Panik atakların sıklığı ve şiddeti büyük ölçüde değişir. Sözgelimi, bazı hastalar bir günde birçok kere, kimi hastalar ise ayda veya birkaç ayda bir kere bu nöbetlere tutulabilirler. Ortlama olarak ise haftada bir kez olur.

Kimlerde görülür ?

Panik hastalığı, genellikle genç erişkinlerin hastalığıdır; ortalama başlama yaşı 20-30 arasıdır; ancak her yaşta görülebilir. Eğer 50 yaşından sonra ortaya çıkmışsa altta yatan tıbbi bir rahatsızlık üzerinde durulmalıdır. Kalp doktorlarına başvuran her 100 hastadan 15’i ruhsal sorun yüzünden pratisyen hekimlere başvuran her 100 hastadan 15-20’si panik hatalarıdır.

Panikatak hastalığının özellikleri nelerdir ?

  • Genel bir gerginlik ve sinirsel rahatsızlık duyguları ile yavaş yavaş ve sinsi bir biçimde başlayabileceği gib, bazen de heyecanlanmanın, fiziksel eforun veya üzücü bir olayın ardından oluşabilir.
  • İlk panik atağı çoğu zaman kendiliğinden ortaya çıkan beklenmedik bir ataktır.
  • Hastalar bulundukları durumdan kaçıp kurtulmak isterler.
  • Bir atak genellikle 5-10 dakika sürer, nadiren bir saat kadar uzun sürdüğü olur.
  • Belirtiler birden sonlanabileceği gibi yavaş yavaş da ortadan kalkabilir.
  • Hastalar, ataklar arasında yeni atakların olacağına ilişkin beklenti sıkıntısı içinde olabilirler.

Bir panik nöbeti esnasındaki belirtiler

  • Nefes darlığı, boğuluyor gibi olma
  • Baş dönmesi, düşecek veya bayılacak gibi olma
  • Çarpıntı, kalp hızında artma
  • Titreme
  • Soluğun kesilmesi
  • Bulantı, karın ağrısı
  • Kendini ya da etrafındakileri değişik algılama
  • Uyuşma, karıncalanma
  • Kızarma (ateş basması) veya ürperme
  • Göğüs ağrısı veya göğüste sıkışma korkusu
  • Ölüm korkusu
  • Çıldıracağı veya kendini kaybedeceği korkusu.
  • Bu belirtilerin 4 tanesinin bulunması yeterlidir.

Panikatak hasta ve yakınlarına yönelik bilgiler

Panik hastalığı, kendiliğinden ortaya çıkar, beklenmedik panik nöbetleri ile kendini gösterir. Panik atağı, çoğu zamankişinin sonunun geldiği hissinin de eşlik ettiği, genellikle birkaçdakikalık yoğun endişe veya korku dönemlerini tanımlar. Bu ataklar sırasında genellikle nefes darlığı, çarpıntı, ğögüs ağrısı ya da ğögüste sıkışma hissi, soluğun kesilmesi ya da boğuluyormuş gibi olma duyumları ve “çıldıracağı” ya da kontrolünü kaybedeceği korkusu gibi belirtiler bulunur.

Panik atakları olan hastalar çoğu zaman pratisyen hekimlere ya da iç hastalıkları veya kalp hekimlerine başvurdukları için, bu hastalığa çoğu zaman bedensel hastalık teşhisleri konulabilir (Kalp hastalığı.. gibi).

Depresyonlu hasta yakınlarına tavsiyeler

-Depresyon (Ruhsal çöküntü), hastanızı her şeye karşı isteksiz yapabilir. İçine kapanabilir.

-Yorgun,bitkin olabilir. Sorumluluklarını aksatabilir.

-Hiçbir şeyden zevk alamaz hale gelir.

-Çok alıngan, kırılgan, çabuk sinirlenen, çabuk ağlayan ve her şeyi uzatan bir yapı geliştirebilir.

- Bakımını ve temizliği aksatabilir.

-Uykusu, iştahı ve cinsel isteği bozulabilir.

Bu nedenle:

-Hastanızı zorlamayın, tartışmayın, kendi işlerini kendiniz ve onun işlerinde de ona yardımcı olmaya bakın’’Gel gezelim, eğlenelim, tatile git, kafayı takma, hiçbir şeyin yok, tembellik yapma’’ laflarını etmeyin.

-Hiçbir şey için onu zorlamayın, teklif yapın, fakat ısrar etmeyin.

-Onu dinleyin,anlayın ve sizden ne istediğini sorun.

-Doktorla işbirliği yapın, sabırlı ve özverili olun.

-Her zamankinden daha fazla sevgi, ilgi, şefkat gösterin.

-Unutmayınız ki hasta yakınlarının ilgisi tedaviyi çabuklaştırır.


Kaynak Kişiler :Psikolog İzzet Kan, Uz.Dr.Nihat Kaya

Panikatak Hastası Yakınlarına Tavsiyeler

-“Bir şeyin yok, evham yapıyorsun, her şey senin elinde” lafını etmemek.

-Paniğin kişinin kontrolünün dışında olduğunu bilmek ve onu anlamak

-Fiziksel muayene ve tetiklerde bir şey saptanmayınca hemen psikiyatrist’ e başvuruyu sağlamak.

-Onu eleştirmeyin, küçük düşürücü yada zorlayıcı davranışlarda bulunmayın.

-Hastalık kontrol altında olana kadar ona destek verin ve psikiyatristin direktiflerini uygulamada ona yardımcı olun.

-Hastayı zorlayarak korktuğu durumlarla yüz yüze getirmeyin. Örneğin, seyahate yollamak, asansöre bindirmek, kalabalık alışveriş merkezine sokmak gibi...

-Kendi kaygı ve korkularınızı iyileşene kadar ona yansıtmayın. Çünkü, panikli insan hastalık, acı, keder, felaket haberlerinden olumsuz etkilenir.

-Hastanız evhamlı yapıdaysa bir sefer iyi bir fiziksel muayeneden geçirtin. Ayrıntılı Çek-Ap yaptırın. Paniği açıklayan fiziksel bir neden yoksa, bir daha fiziksel işlemlere baş vurmayın. Hastanızın psikolojisini bilmeyen bazı hekimler muğlak konuşarak hastanın paniğini arttırabilir.

-Hastanın yanında sağlık haberlerini okumayın, ”falan kalpten gitmiş, filan aklını oynatmış” şeklinde kesinlikle konuşmayın.

-“yeter artık bir an önce iyileş bizde bıktık usandık” demeyin

-Hastanızın rol yaptığını, naza çektiğini sakın düşünmeyin ve telaffuz etmeyin.

-“ Ne var canım bir gün ölmeyecekmiyiz, ölümden bu kadar korkulur mu “ demeyin bu korku klasik ölüm korkusundan farklı ve şiddetlidir. Büyük konuşmayın ve hastanızın “İnşallah başına gelirde beni anlarsın” beduuasın almayın.

-Hastanıza “Senin için ne yapayım, nasıl yardımcı olayım “ diye sorun. Onu mutlaka can kulağıyla dinleyin ve anlamaya çalışın.

-Şunu unutmayınki, panikli insanlar yaşama çok bağlıdırlar. Kendi kendilerine acı çektirmek isterler mi?

-Paniğin dini inanç eksikliği, iman zaafı olmadığını bilin.Dindar insanda ülser olduğu gibi panik atak da yaşayabilir.

-Hastanızın doktorundan aldığınız bilgi ve direktiflerle hareket edin.

-Sabırlı olun panik atak mutlaka kontrol altına alınabilir bir durumdur.

Psikiyatride Önemli Hususlar

* Tedavinizi ciddiye alın. Tedaviniz geciktikçe yaşam kaliteniz bozulacak ve kayıplarınız olacaktır.

* Kendi başınıza ilaç kullanmayın. Okuduklarınıza dayanarak ya da tavsiye üzerine ilaç almak en geçersiz yoldur. İlaçlar size özel olarak planlanmalıdır. Bu konuda doktorunuzun tecrübesi ve pratiği yardım eder. Doktorculuk oynamayın. İlaçları size reçete edildiği gibi kullanın.

* Hasta yakınlarının: “Sana kendinden başkası yardım edemez”, “her şey senin elinde”, “herşey sende bitiyor” şeklindeki öneriler hastalığın bütün sorumluluğunu hastaya yükler, bu tip konuşmalar hastayı güçsüzleştirir.

* Gazetelerdeki sağlık haberlerini ihtiyatlı ele almalısınız. Haberlerin çekici olabilmesi için gazeteler bilgiyi medyatikleştirir.

* Sık sık doktor değiştirmek psikiyatrik hastalıkların tedavisinde güçlük yaratır. Tedaviyi bırakma kararı alsanız bile bunu doktorunuza danışarak yapın.

* Hastalarda tedaviyi reddetme ve aksatmalar ortaya çıkabilir. Bu durum hastalığın bir belirtisi olabilir. doktorunuzla görüşmeden tedaviyi kesmeyin.

* Memnuniyetsizliklerinizi açıkça paylaşın iyi bir psikiyatristin her türlü eleştiriye açık olması gerekir.

* Birçok faktör tedavide sonuç alamamanıza sebeb olabilir. Alışkanlıkların, davranışların ve duyguların değişmesi kolay değildir. Çeşitli psikiyatrik bozuklukların bir arada görülmesi tedaviye direnci artırabilir.

* Kendimizi düzeltmek için çaba harcamalıyız ancak bu çaba yardım almamıza engel olmamalı tedavi esnasında işbirliği göstermek önemlidir. Bazen hastalığın ciddi olmadığına inanarak tedaviden kaçarız. Halbuki bu durum rahatsızlığın daha ciddileşmesine neden olur.

* Hastalığınızdan asla utanç duymayın ve suçluluk hissetmeyin.

* Birçok hastalık elimizde ve irademizde olmadan ortaya çıkar.Zayıf, zavallı olduğunuzu düşünmeyin.

* Hastalığınızdan dolayı işinizi, sosyal ilişkilerinizi, bakımlarınızı aksatabilirsiniz. Bu geçicidir, eksiklik, suçluluk duymayın. Suçluluk duymak hastalığı ağırlaştırır.

* Açık havada mutlaka yürüyüş yapın.

* Komedi türü dizileri, filmleri, stand upları izleyin.

* Mevsime uygun yiyecek ve içeceklere ağırlık verin.

* Taze sıkılmış meyva suları ve bitkisel çayları tercih edin.

* Size üzüntü, stres veren insanlardan uzak durun.

* Elde edemediklerinizle değil, elinizde olanlarla mutlu olmayı öğrenin.

* Yanlışlarınızla yüzleşmekten korkmayın.